Sevmek! Tıpkı veysel gibi. Çöller aşmak pahasına sevmek. Sevmek; tıpkı mecnun misali. Sevmek; eshabıkehfleri bekleyen kıtmir misali. Sevmek; cennet bahçesinden uçan kuşun kanadında taşıdığı hasret gözyaşları gibi. Sevmek; ümmümektum gibi onu görmeden sevmek. Ferhat gibi dağları delebilmek onun yolunda. Anam babam sana feda olsun ya resulallah! Diyebilmek ona musap gibi. Gidebilmek onun ravzasına ve orada son nefesini verebilmek; bosnalı mestan gibi, ali ulvi kurucu gibi, mahmut sami ramazanoğlu hazretleri gibi. Aaah! Ah! Ey badısabah! Uğrarsa yolun semtiharameyne! Selamımı arzeyle; rasulüssakaleyne. Badısabah yazımın ilkinde; daha 17 yaşında bir aşka düştüğümü aktarmaya çalıştım. İhram bezimi kefen yapıp hasret gözyaşlarıyla sulaya sulaya medine yollarına düşmek sevdasını. Bu sevdayla bir ekmeği ikiye bölüp hasretimi katık etmeyi ve vuslata kavuşmak için nasıl çabalar verdiğimi ifade etmeye çalışmıştım siz değerli okuyucularıma. Beni sevenlerinde desteğiyle medineye gidecek parayı biriktirebilmiştim. Tek engelin para olduğunu sanmıştım. Para yollarımı açar diye inanmıştım. Fakat türlü engeller ve gaileler çıkmıştı yollarıma. Bütün engelleri tek tek aşmaya gayret etmiştim karınca misali. Karaman müftülüğünden gereken ilgiyi göremeyince beni medineye götürecek bir kapı arayışına girmiş ve kocaelinden bir şirketin götürebileceğini söylemesi üzerine büyük bir heyecanla o şirkete teslim olmuş ve onlar ne derse eksiksiz yapmaya çalışmıştım. Şirket en son amcamın yada dayımın pasaportunu istemişti. Bende dayımı pasaport çıkartmaya ikna etmiştim. Dayım pasaportu teslim almaya gitmiş ama geri gelmemişti. Bir öğrendik ki adam gözaltına alınmış ve nezarete atılmış. Sırf benim işimi görüvermek uğruna dayımın başına iş açılmıştı. Bir isim benzerliği sözkonusuydu ve taksim emniyetinden dayımın suçsuz olduğunu beyan eder bir faksın karaman emniyetine ulaşması gerekiyordu. Dayım o geceyi nezarette geçirdi. O an ölmek istedim. Yengem hamileydi ve doğum yapması an meselesiydi. Adam benim yüzümden mapus damlarına düşseydi; ben milletin içine nasıl çıkacaktım? O gün sabahı sabah ettik. Saatler ümitlerimizi yeyip yutuyordu. Önümüz hafta sonuydu ve mutlaka gün içinde faksın gelmesi gerekiyordu. Eğer nezaretten ceza evine gönderilirse çıkmasıda güçleşirmiş! Öyle söylüyorlardı. Ümitlerimi tam yitirdiğim sırada; dayımı tam ceza evine götürecekleri sırada faks gelmiş. Dayımı akşama doğru serbest bıraktılar. Bıraktılar, bıraktılar ya; benim anamdan emdiğim sütler burnumdan geldi. Yüz yaş kocadım bir gecede. Bu kadar gailenin ardından dayımın pasaportunuda gönderdim şirkete. Artık şirketten; felan tarihte gideceksin haberini beklerken bu seferde şirketin yetkilisi anamdan bir vekaletname daha istedi. Onuda çıkartıp gönderdik. Şirket yöneticisi: sana vize alamadık kardeşim! Ne zaman alacağımızda belli değil! Dedi bu sefer. O zamanlar msn yaygındı. Yazdım msn den: madem vize alamıyorsunuz! Öyleyse paramı geri verin! Dedim. Yorulmuştum artık. Son derece yıpranmıştım. Yıkılmış bir vaziyette gündüz vakti uyuyakaldım. Karmakarışık ruyalarla uyandım ki; hocam geldi ve: sana vize almışlar! Haftaya pazar akşamı gidiyormuşsun! Dedi. Kederlerim yerini sonsuz bir sevince bıraktı. Artık medine yollarına düşeceğim günleri beklemeye başladım. Hummalı bir hazırlığa giriştim. Bu yolun sonunda medine vardır! Hasreti gönlümde yanar yıllardır! Her mevsimi güldür yeşil bahardır! O yüce resule ben gidiyorum! Diye sevinç gazelleri çeke çeke bir haftayı geçirdim. 18 ağustos 2007 cumartesi akşamı metro turizmin 21.45te hareket eden istanbul arabasına bindik. Anam beni istanbulda şirket yöneticilerine teslim edecekti. Daha otobüs otogardan çıkar çıkmaz çok büyük bir kaza atlattı. Allahtan bir sıkıntı olmadan yola koyulduk ve sabah istanbula eriştik. Akşamda istanbuldan ciddeye uçacaktık. Ben sevinçten en önemli soruyu atlamıştım ve istambula varıncaya kadarda hatrıma bile getirmemiştim hiç. Benimle kim ilgilenecekti? Şirket birini ayarlamışmıydı? Şirket yöneticilerine gecikmelide olsa bu soruyu sordum. Onlarda ciddeye varıncaya kadar tarık diye birinin , ciddeden sonrada önder diye birinin ilgileneceğini söylediler. Tam bir arap saçı vaziyeti anlayacağınız? Akşam atatürk hava limanına vardık. Beni tarık denilen adama teslim ettiler. Adam; eşi ve kayın validesiyle umreye giden birisi. Özellikle eşi hususunda muhafazakar ve bana karşı son derece üstten davranan bir adam. Beni ciddede önder diye birine teslim etmek üzere aldı koluna. Adım adım ve buruk bir heyecanla medineye doğru gidiyordum. İhramlarımıza büründük ve 19 ağustos 2007 pazar akşamı saat 21. 50de tk94 sefer sayılı türk hava yollarının istanbul; cidde uçağıyla mekke menziline doğru havalandık. Uçakta yanımda oturan malik abiyle tanıştım. Onunda konyalı olduğunu öğrendim. Uçağımız gece 1 civarında cidde hava limanına teker koydu. Tarık abi benim koluma girdi ve ciddede bizi karşılayan önder isimli rehbere teslim etti. Sordum: abi benimle siz ilgilenecekmişsiniz doğrumu? Adam: kardeşim! Ben seninle nasıl ilgileneyim! Ben bir rehberim ve gelen umrecilerle ilgilenmem lazım! Dedi. Ben allaha ve resulüne misafir olarak gitmeme rağmen allahın kulları beni bariz bir sinir savaşına sürüklüyorlardı. Artık mutluluktan filan geçmiş bir vaziyette mekkeye doğru yaklaşıyorduk. Benim ile kim ilgilenecekti? Yoksa sonsuz bir üzüntü ve kahırla gerisingerimi dönecektim? İnşeallah bu soru işaretlerini badısabah serimizin üçüncüsünde gidereyim. Yazımın sonunda duamı yenileyeyimde sizde samimi bir amin deyiverin olmazmı: ya rap! İmkanların tükendiği, maddi manevi gitmenin zorlaştığı günlerde bana oğlumla ciğer paremle bir kez gitmeyi ve oraları özgürce yaşamayı ve ravzada son nefesimi verip cennetülbakide kalabilmeyi nasip eyle! Amin.