Cenab-ı Allah; Ayeti Kerimelerinde üzerimizde bir başka kulun hakkının olmaması gerektiğini, bu şekilde huzuruna gemlememizi bizlere buyurmaktadır. Haksızlık edenler, herhangi bir şekilde insanları aldatan kimseler, aslında en büyük haksızlığı kendine nefsine yapmaktadırlar. Zira mazlumun zalimden küçük bir kum tanesi kadar da olsa hakkını bu dünyada ve dahi ahirette alacağı, şu fani hayatta kimin kime haksızlık yaptığı bu kadar aşikarken, neden kul hakkına riayet edilmemektedir? Neden insanlar, sırf kendi nefsine hoş geldiği için bir başkasının hakkını göz göre göre ve içine sindire sindire gaspetmeye devam etmektedirler?


Bu durum insandaki gaflet vahametinin karanlığının tezahüründen başka bir şey değildir. Hikmet ehli zatlar buyuruyorlar ki:    
     “ Size haksızlık eden, zulmeden, malınızı mülkünüzü gasp eden aslında size iyilik etmiştir. Eyvah onların haline. Sen mazlum, onlar zalim. Alan düşünsün. Ahrette zalim ağlayacak, mazlum gülecek. Zalim verecek, mazlum alacak.”


Kul hakkı çok mühimdir. Allah ü Teâlâ her türlü günahı affedebilir. Ama, kul hakkıyla gelmeyin buyuruyor. Kul hakkıyla gidenin işi adalete bırakılır. Adaletin ne şekilde hüküm vereceği belli olmaz. Allah korusun çok kimse ümitle gider de, hâli perişan olur. 

Bir kimseden haksız olarak alınan bir kuruşu, sahibine geri vermek, yüzlerce lira sadakadan kat kat daha sevaptır. Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. 

Kıyamet günü, hak sahibi, hakkından vazgeçmezse, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yedi yüz namazı alınıp, hak sahibine verilecektir.



İnsan olarak üzerimizde o kadar çok sorumluluklar var ki. Bazen kaba bir söz, hak edilmeyen davranış, sert bir yüz ifadesi, kalbi olarak kötü duygular beslemek ve suizanda bulunmak.  İşte bunların hepsi kul haklarının en hafif olanıdır. Daha büyükleri de var elbette. Onları yapmaksa biz kullar için başlı başına bir gaflet ve delalet nişanesidir. İnsanların; malına, canına, ırzına, emeğine tecavüz etmek. Boynu bükük yetimlerin hakkını gasp etmek. 
    

Özellikle çalıştığı kurumda kendine emanet edilen devlet malını fütursuz ve şuursuzca israf etmek, torpil, rüşvet, adam kayırma ile işleri yürütmek. Irk ve bölge milliyetçiliği yaparak bir başkasının hak mahrumiyetine sebebiyet vermek ve daha nicelerini sıralamamız mümkündür. Vicdanlarını cüzdanlarına, merhameti hırs zindanlarına hapseden ve bu zindanda kaybolan insanların vay haline. Bu kul haklarının telafisi çok zordur ve ödenmesi mutlaka  dünyada yapılmalıdır ve  son pişmanlığın fayda vermeyeceği ahirete asla bırakılmamalıdır. Cenab-ı Allah Ayet i Kerimelerinde:
 Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.el-İSRÂ, Ayet 26
3. 30:38. O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
er-RÛM, Ayet 38
4. 4:9. Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri ne olur) diye korkacak olanlar (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler; Allah'tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler. en-NİSA, Ayet 9
5. 2:42. Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.el-BAKARA, Ayet 42
      

Zulme maruz kalmış, gönlü incinmiş her kulun duası, iman veya küfür ehli olduğuna bakılmaksızın, Cenab-ı Hakk’a arz olunur ve en kısa zamanda kabul olunur. Zira mazlumun duası ile Cenâb-ı Hak arasında perde yoktur. Peygamber Efendimiz, ashab-ı kirâma;  böyle makbul olan mazlumların duasından sakınmalarını şöyle öğütlemişlerdir:
“Mazlumun duasından sakınınız. Zira onun duasıyla Allah Teâla arasında perde yoktur “ 
“Üç kişi vardır ki, Allâh onların dualarını reddetmez:                                                           
1- İftar edinceye kadar oruçlunun duası,                                                                                             
2- Mazlûmun duası,                                                                                                                              
3- Adâletli devlet reîsinin duâsı.”     
                                                                                                    
Zayıfa, fakire, sefile, yalnıza acımak ve onlara yaklaşmak, merhamet muktezâsıdır.                                                                                           Lâkin; -Zulüm pençesi altında mazlumları inim inim inleten “zalimin vicdanına”,                                                                                             
-Geniş imkânlarını, “fani ve taşkın zevk saltanatına esir eden sefil ruhlara”,                        
-Hakkın ve hukukun yok olduğu bir düzende, “merhamet fukarası hodgâmların rezil ruhuna” daha çok acımalıdır insanlar. Zira onlar, akıbette, yani ebedî ahiret âleminde en büyük kaybedenler olacaktır.                                                                                                           


Her şeyi ile fani olan şu alemin aldatıcı süslerine kanıp sırf bu dünyanın sefası için, baki olanın fedası bizler için ne kadar büyük bir gaflet ve ibret nişanesidir öyle değil mi?                   

Velhasılı önemli olanda; şu fani hayatta insan olduğunun idrakine varmak, Mevlana Hazretlerinin Mesnevisi’nde bahsettiği gibi sırf o rıza için yaşayabilmektir.  
 
Önemli olan gül tabiatlı olabilmektir. Yâni bu dünya bahçesinde, dikenleri görüp, onlardan incinip dikenleşmek değil, araya kış gibi çileler girse bile onları bahar iklimiyle kucaklayarak, bütün âleme bir gül olabilmektir.”