Dinimizin emir ve yasakları konusunda yetersiz kaldığımız zamanlar olur. Bu konuda bir fikir arayışı içine gireriz.
Tek kitabımız cevapsız hiç bir soru bırakmayacak bir biçimde bizlere lütfedilmiştir. Ancak bilgilerimiz oradaki cevapları bulmakta yetersiz kalabilir.
Bu konuda sayısız kaynak kitaplar vardır. Bu kitaplarda yazanları bizlere daha iyi de anlatabilecek Hocalarımız...
Şu günler bazı soruların kafalarımızı kurcalaması, huzurumuzu kaçırması gerekiyor gibi.
Bu Hocalarımıza bu soruları sık sık sorsak mı?
Sabah bağımsız bir ülekenin topraklarında gözlerimizi açıyoruz. Bu bağımsızlığımızın en güzel nişanesi al yıldızlı Bayrağımız göklerde dalgalanıyor. Gölgesi bize huzur ve güven veriyor.
Tan yeri ağardıktan sonra yatsı vaktine kadar minarelerimiz o güzel çağrı ile yankılanıyor. Camilerimiz kapılarını ibadetini yapmak isteyenlere sonuna kadar açıyor.
İşyerlerimizde malımız, bu vatan topraklarında canımız güvencede. Devletin kolluk kuvvetleri işinin başında.
Her türlü sağlık sorunumuz en kolay ve güzel yaklaşımlarla çözülüyor. En önemli sağlık şikayetlerine çözüm olacak teknolojiler var. Kafası ağrıyan 112 ye “hadi gel” diyor.
Çocuklarımız cıvıl cıvıl okul yollarına düşüyor. Koltuklarında odun, poşetlerde kömür götürdükleri dönemleri hatırlamıyorlar bile.
Kapı önlerinde nerdeyse her evde bir, belki de 2 binek aracımız var.
Ticaret yapalım, esnaflık yapalım, işçi ya da memur olalım, geçim sağlayacak gelirlerimiz var. Bir süre çalıştıktan sonra da, azlığından şikayet de etsek, geçinecek emekli maaşına kavuşup hayatımızı garantiye alıyoruz.
Dünyanın en bitek arazilerine sahip bu coğrafyada üretiyor ve yiyoruz.
Bundan iyi si can sağlığı mı?
Dahası; yaz aylarında sahillere, hatta dünyanın muhtelif yerlerine tatillere gider olduk. İçmeler, kaplıcalar artık isim değiştirip daha modern adlarla anılıp, 5 yıldızlı otel konforu sunuyor ve biz istifade ediyoruz.
Çevremizde belki her yıl, ya da sık sık umreye gidenimiz var. Hac ibadetimiz için şartlar uygun olsa nerdeyse herkes bu ibadetini yapacak. Hatta bazıları fırsat bulsa her yıl yapacak.
Sadece karın doyurmanın ötesinde tadılmamış lezzetleri arar olduk. Televizyonlarımız envai çeşit yemek tariflerini verir oldu. Bir lokantada yediğimiz yemeğin parası ile afrikada bir köy doyacak halde tüketiyoruz.
Çöpe attığımız ekmek ve yemeklerin artanları bir küçük ülkeyi doyuracak kadar çok.
Bir önceki gün giydiğimiz kıyafetle sokağa çıkmak artık utanç sayılır hale geldi. Eskiyen değil modası geçen ya da bir kaç sefer giyip de zevkimizi aldığımız giysileri çöpe atar hale geldik.
Bunlar çok güzel de soru ne?
İşte orası biraz düşündürücü.
Burnumuzun dibinde birileri, mezhep çatışması, iç kargaşa vs. adı ne olursa olsun birilerini katlediyor. Her gün yüzlerce kişi ölüyor. Üstelik bu coğrafyada bu olay ülke ve yer değişse de yıllardır aralıksız devam ediyor.
Birileri bu kargaşalardan kaçıp sığındıkları kamplarda, açlık, susuzluk ve soğuktan ölüyor. Çocuklar işkence görüyor, öldürülüyor, maruz kaldılkları vahşet tüyler ürpertici.
Uzak diyarlar da olsa Orta Asyadan, Uzak Asya’dan, Afrika’dan sırf bir dine mensup oldukları için insanlar hiç bir kelime ile ifade edilemeyecek tarzda zulümler yaşıyor ve yok ediliyor.
Bir ülkenin yöneticisi kim olursa olsun, hangi yönetim biçimi ile yönetilirse yönetilsin, o ülkenin insanlarının birbirlerini öldürmesi için müslüman olması yetiyor. İnsanlar birbirlerini katlediyor. Sonra birileri geliyor ve kalanlara tecavüz ediyor, işkence ediyor ve kalanları da onlar öldürüyor.
“Bir insanı öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibidir” düstürunu içeren bir Yüce Dinin mensupları vahşet uyguluyor. Sonra da birilerinin boyunduruğuna girince aklı başına geliyor ama iş işten geçiyor.
Ülkemiz gibi çok nadir olarak bu olayların kısmen dışında kalmış ülkelerde de fitne , fesat iftirallar, siyasi kavgalarda ahlaki olmayan metodlar hüküm sürüyor. Faili meçhul olaylar o ülkenin evlatlarını yok ediyor. Birileri dağlarda ölüm kusuyor.
Sayın hocalarımız: nedir bu olanlar?
Bizler tüm bu olanları görmeyip, kulaklarımızı sağır, gözlerimiz kör, akıllarımızı buz edip, elimizde bulunup kullandığımız nimetlere şükrü bile unutup güler yüzlerle yaşamaya devam mı etmeliyiz.
Çocuklar açlıktan ölürken, dünyanın en güzel ibadeti de olsa her yıl umre yapıp, Hacı Abi, Hacı Amca olmak için antenlerimizi mi kapatmalıyız.
Namazların arkasından hala bu darlıktakilere yardım ve inayet dilemeyi unutup, damadımıza kat, oğlumuza yat, bu dünya için saltanat mı istemeliyiz.
Her güçlüğü ve özellikle de vurdumduymazlığı yenerek, oralara yardım götürenlere engeller çıkarıldığı zaman kafamızı kuma mı gömmeliyiz.
Bu soruların kafamıza takılması normal mi?
Bunlar normal mi Hocalarımız. Biz normal şeyler mi yapıyoruz?
Bunların sonu hayır mı?
Bunlar hakkında söyleyecek bir şeyleriniz var mı?