İŞTE MASA İŞTE YASA
Sivil toplum örgütleri demokrasilerde vazgeçilemez temel unsurlardan birisidir. Bir demokrasi sivil toplumuna verdiği değer ölçüsünde kıymet kazanır ancak. Sivil toplum örgütleri bir yönüyle belirli amaçlar istikametinde hizmet yaparken diğer bir yönüyle de yönetim erkine baskı uygulama çerçevesinde onların uygulamalarına denge getirirler. Yani denge unsurudurlar.
Sivil toplum örgütü dediğimizde aklımıza dernek, vakıf, sendika ve siyasi partiler gelir. Dikkat edilecek olursa hayatın her alanında bunlar vardır ve belirleyicidirler.
Sivil toplumu güçlü olan ülkelerin demokrasileri de güçlüdür. Gerçek demokrasi ile sivil toplum arasında et tırnak ilişkisi mevcuttur. Bir parmakta, tırnaksız et ya da etsiz tırnak ne kadar çirkin görünürse, sivil toplumsuz ya da gücü etkisiz olan sivil toplumlu bir demokrasi de öyledir.
Sendikalar açısından baktığımızda bu kuruluşlar; 90’lı yılların başında örgütlenme çalışmalarına başlamış, 2001 de ucube bir yasaya (toplu görüşme yasası) kavuşmuş ve neticede 12 Eylül referandumuyla anayasal hak olarak toplu sözleşme hakkını (grevsiz olarak) elde etmiş, masayı bulmuş yasayı bulamamış bir noktadadır. Yasa çalışmaları devam etmektedir. Muhtemelen 2012’nin ilk üç ayı içerisinde masa yasasını bulacaktır. Temennim odur ki masa ile yasanın buluşması tencere tava misalini akla getirmez. Gerçekten masa yasasını bulur ve milyonlarla ifade edilen kamu çalışanları hak ettikleri konumu elde ederler.
Bir şekilde yasa çıkacak. Masa yasayla buluşacak. Ondan kimsenin şüphesi yok. Ekonomik kazanımlar başta olmak üzere, özlük ve sosyal haklar elde edilecek ya da mevcut olanlar geliştirilecek. Kamu çalışanları insanca yaşayabilecek bir hayat standardına bir nebze de olsa kavuşacak. Ancak eğer yasada kamu çalışanlarına siyaset yapma serbestisi getirilmezse bu yasanın müzakere edileceği masa çok noksan kalacaktır.
Esnafa, işçiye, çiftçiye, serbest çalışana ve dolaşana siyaset yapma hakkı var ancak bu ülkenin okumuş yazmış insanına yok. Elbette esnaf, işçi, çiftçi, serbest çalışan ya da dolaşan siyaset yapacaktır ona bir diyeceğimiz yoktur. Bunların yanında memura niye bu hak verilmiyor. Sıkıntı buradadır.
Kamu çalışanı dışındaki herkes il genel meclislerine aday olabiliyor, belediye meclislerine aday olabiliyor sıra memura gelince olamıyor. Bir ilin çok temel iki karar mekanizması olan bu meclislere neden kamu çalışanları aday olamasın? Neden katkı sağlar hale gelmesin? Bunu anlamak mümkün değildir.
Önümüzdeki yerel ve genel seçimlere bu hakların elde edilmiş olarak gidilmesi demokrasimizi yürütmekle kalmayacak, inanıyorum ki koşturacaktır.
Bir de siyasi partilerden sonra en geniş anlamda örgütlü bir yapıya sahip olan sendikalar neden bir ilin karar mekanizmalarında gözlemci veya üye bulundurmuyor? Ya da niçin bulundurmasın. Belediye meclislerinde, il genel meclislerinde veya bir takım kurullarda sendikacıların gözlemci olarak ya da üye olarak bulunmasında ne gibi sakıncalar var? Katılımcı demokrasinin gereği bu değil midir?
Yasa memura siyaset yapmasının önünü açacak bir boyut taşımazsa bence çok eksik kalacak ve nitelikten uzak olacaktır. Kamu çalışanları ‘işte yasa’ diyecekleri bir yasa bekliyor.
Çerçevesi şöyle ya da böyle olabilir ancak memura siyaset yapma hakkı muhakkak verilmelidir. Yoksa ileri demokrasiye nasıl ulaşacağız?
Yusuf SALİH