SÖZ VE MUCİZE
Mucize denince aklıma gelen ilk şey ‘aciz bırakan’ oluyor. Ve aciz bırakmayı çağrıştıracak daha bir sürü ifade. Harikuladeliği çağrıştırdığını da unutmamak lazım. Aslında mucize ile harikulade kelimeleri iç içe geçmiş gibidir. Biri diğerini içeriyor adeta. Ayrı düşünülmesi, ayrı mütalaa edilmesi bu iki kelimeyi kavramada noksanlık bırakır.
İnsan bir mucizedir, aynı zamanda harikulade bir varlıktır. Sözün oluşması, dille ifade edilmesi, karşı tarafın bu sözü işitmesi, anlamlandırması ve söz olarak karşılık vermesi harikulade bir olaydır. Harikuladelik yeterli midir? Tabi ki değildir. Aynı zamanda mucizedir. Söz, başlaması ve sonucu itibariyle hem mucizedir, hem de harikulade bir olaydır. Bir yönüyle aciz bırakır, diğer bir yönüyle hayret ettirir.
İnsanın bakması, işitmesi, akletmesi, düşünmesi, gülmesi, ağlaması, sevmesi, hüzünlenmesi, garipsemesi, içerisindeki sistemler, cereyan eden kimyasal reaksiyonlar, daha sayabileceğimiz bir sürü insanla ilgili ‘şey’ bir yönüyle mucize, diğer bir yönüyle harikuladedir.
Bitkiler, meyveler ve hayvanlarda öyle. Bir elma mesela. Onun oluşumu. Tadı, rengi, kokusu mucize değil midir? Ya da harikulade. Dışarıdan baktığınızda bir odun. Bu odun önce toprakla buluşuyor, su alıyor, ışık alıyor ve sonuçta dallarından ‘buyurunuz yiyiniz’ dercesine elmaları ikram ediyor. Ekşi, tatlı ve mayhoşluklarıyla hem mucize hem harikuladeler. Hayvanların süt ve yumurta vermesi de hem mucize hem de harikulade bir durum değil midir?
İnsan-varlık, insan-eşya ilişkisine baktığımızda da bu mucizeliği ve harikuladeliği görmemezlikten gelemeyiz, görürüz. İnsan-varlık ve insan-eşya arasında kurulmuş olan illiyet nasıl göz ardı edilebilir? Ya da edilebilir mi? İnsan ve dışında ne varsa aralarında öyle bir ilişki/illiyet var ki biri yoksa diğerleri de yoktur. Herhangi bir var olanı çekip aldığınızda düzenin bozulduğunu görürsünüz. Her şey bir şeyle bütünleştirilmiş ve her şey birbirinin varlık sebebi olarak dercedilmiş. Kurulmuş olan bu bağda/illiyette mucizeliği ve harikuladeliği görmemek mümkün mü?
Tekrar söze dönersek, ifade edilecek olan şey söz olarak kendisini ortaya koymadan önce zihinde tasavvur ediliyor. Algılanıyor. Sonra anlamlandırılıyor ve mantık silsilesi içerisinde sese dönüştürülüyor. Sonuçta söz olarak ortaya çıkıyor. Muhatabı bu sözü alıyor, zihninde tasavvur ediyor, anlamlandırıyor, söze dönüştürüyor ve bir mantık silsilesi içerisinde muhatabına geri çeviriyor. Bu döngünun aciz bırakamayacağı var mıdır? Ya da bu döngü karşısında hayret etmeyecek.
Sözün etkisi ve bu etkiyle meydana getirdiği değişimde bir mucize ve harikuladedir. Okuduğum bir kitapta şöyle bir cümleye rastlamıştım. ‘Gönül denizdir, dil kıyı; deniz dalgalanınca içerisindekini kıyıya atar’ diyordu. Bu cümle anlamın oluşmasını (gönül), bir araca (dil) yüklenmesini ve söz olarak ifade edilmesini (kıyıya vurması) belirtmesi açısından harika bir benzetme ve anlatıma sahiptir.
Sözün etkileme anlamında sahip olduğu güç, tasavvurların çok fevkindedir. Ok gibi, kuşun gibi değdiği gönlü paramparça edebileceği gibi (yıkıcı bir etki), gül gibi, kadife gibi değdiğinde hüzünle, gamla, sıkıntıyla, dertle, kederle, acıyla açılmış gönül yaralarını onararak (yapıcı etki) yeniden inşa edebilir.
Dil yarası başka bir yaraya benzemez, açtığı yaralar kolay kolay kapanmaz. Ancak yılanı da deliğinden çıkaracak kadar sihirlidir.
Sözü bir anahtara da benzetebiliriz. Her anahtar her kilidi açmaz. Bazı anahtar kilide girer fakat orada çevrilmez, bazı anahtar ise kilide hiç girmez. Bazı anahtarlar da yağ gibi kilide girer ve açar. Söz böyle bir şey işte.
Fikir/düşünce söz ile ifade edilir. Edilir edilmesine de fikir/düşünce öyle bir şeydir ki insanın içinde kaldığında kendisini, dışarı çıktığında ise başkalarını rahatsız eder.
Necip Fazıl’a ait olduğunu zannettiğim bir sözle yazıyı noktalayalım. ‘Fikir/düşünce bağırsak gazına benzer, içeride durdukça fikir sahibini, dışarı çıkınca da başkalarını rahatsız eder’
Sizce de söz; mucize ve harikulade bir şey değil mi?
Yusuf SALİH