KÖY ENSTİTÜLERİNDEN ANADOLU ÖĞRETMEN LİSELERİNE BİR MEDCEZİR HİKAYES İ
Biz, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, imamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin vererek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir. Bu manevi hâkimiyet, maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine, köye devrimci düşüncenin adamını göndermek istedik.”
Hasan Âli Yücel
Fakir Baykurt Kendisi ile yapılan bir söyleşide yukarıda alıntıladığımız Hasan Ali Yücel’in Sözlerine gönderme yaparak “Köy Enstitüleri Cumhuriyet’in İmamlarına Yetiştirmek istiyordu diyordu. Köy çocuklarının alındığı bu okullarda amaca uygun olarak eğitildikten sonra geldikleri köylere donanımlı ( tarım, iş, sanat, sağlık ) öğretmen olarak gönderileceklerdi .
Köy enstitülerinin bu ne kadar amacına ulaştığı tartışılır bir konu, burada bu konuya girmeyeceğim, 50 li yıllarda kapatılan enstitülerin halefleri olan öğretmen liseleri seleflerinde tevarüs ettikleri bir geleneği 1977 yılından itibaren mezuniyetten sonra öğretmen olma hakları ellerinden alınana kadar sürdürdüler: Önemli bir bölümü köyden gelmiş, jakoben mesleği idealize etmiş ama halkından kopuk bir kuşak olarak yetiştiler, bugün pek çoğu ya emekli olmuş, yada son yıllarını çalışıyorlar.
1977 den 90 lara kadar gelen süreçte öğretmenlik ülkenin tüm öğretmen ihtiyacı enstitüler aracılığıyla karşılanmaya çalışıldı. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Enstitüler politik çekişme ve kavganın merkezi oldu hep. Doğru dürüst eğitim almadan yetişti pek çok öğretmen, ülkenin acil öğretmene olan ihtiyacı nedeniyle kestirme çözümler gündeme geldi: Gece eğitimi, (15.bin mezun) hızlandırılmış (45günde) eğitim (71 bin mezun) ve mektupla öğretim (42 bin) toplamda 120 bin kişi öğretmen hiçbir ciddi eğitim almadan öğretmen yapıldı.
80 ihtilali ile birlikte Eğitim Enstitülerinin fakülteye çevrilerek üniversite bünyesine alınsa da üvey evlat mumelesi gören bu okullar cazibelerini kaybettiler.
80lerin sonlarına doğru öğretmenlik artık hiç kimsenin gitmek istemediği fakülteleri kazanamayan ve “bari açıkta kalmayayım” cıların gittiği yerler oldu. Milli Eğitim Bakanlığının öğretmen açığı devam ederken öğretmen adaylarını sınava tabi tutarak alma inadı sorunu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdi. (öyle ki 1992 yılında 30 bin öğretmen açığı var iken 20 bin de öğretmen fazlası vardı) Milli Eğitim Bakanlığının Sınav inadı öğretmen ihtiyacını iye ortaya çıkarmış, öğretmenlik bu uygulamaların sonucunda gözden düşen bir meslek olmuştur.
Öğretmenliğe yönelen kitlenin niteliğinin düşmesinin yanı sıra açığı kapatmak için 1996 yılında artan öğretmen açığını kapatmak için alan dışından ve her türlü üniversite mezunun öğretmen yapılması mesleğin onurunu ve ciddiyetini iyice sorgulanır hale getirmiştir.
Tüm bu olumsuzluklara ilaveten öğretmenlerin ücret ve diğer sosyal statülerinde negatif etkilenmeler (diğer meslek gruplarına göre ücretin az olması, üniversiteyi bitirdikten sonra köyde çalışma riski vs.) 90 ların sonlarına kadar öğretmenliğin ve mesleğe yönelenlerin moral ve motivasyonlarının iyice azalmasına yol açmıştır.
2000 li yıllarda ülkede artan işsizlik ve ekonomik krizler sonucu istihdam alanında yaşanan sorunlar insanları memur olmaya sevk etmiştir. Bankacılık gibi çok gözde mesleklerin bile bundan etkilenmesi insanları ücreti az bile olsa sürekli bir işe yöneltmiş, Bu arada en kolay istihdam olarak görülen öğretmenliğe olan ilgide bir hayli artmıştır.
Tabiî ki bu arada Milli eğitim bakanlığının gerek burs uygulamaları, gerekse öğretmen yetiştiren kurumlarla yaptığı işbirlikleri ve özelliklede son yıllarda öğretmen liselerinin önce “Anadolu” statüsü ve ardından da yaygınlaştırılması ile birlikte öğretmenlik mesleği yıpranan itibarını ve onurunu tekrar kazanma konusunda epeyce bir ivme kazanmıştır.
Buraya kadar kısaca değindiğimiz süreçte istihdam edilen öğretmenler hala maalesef halen görev yapıyorlar, bu meslektaşlarımız her ne kadar özveri ile çalışsalar da yıllarca hayvan sağlığı ve sağaltımı, bitki yetiştirme, insanların hakkını savunma, gıda kontrolü vb alanlarda kendilerini eğitim verilen insanlara bugün geleceğin kuşaklarını yetiştirmelerini beklemek en iyi tanımla safdilliktir.
Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan manzara dehşet vericidir: hergün şiddetle kendini ifade eden gençlerin görüntüleri anahaber bültenlerini ve gazetelerin 3 sayfalarını süslüyor. Diğer konulara değinmeyi gereksiz buluyorum.
Peki çözüm nedir
Milli Eğitim Bakanlığının eğitim konusunda yaptığı altyapı yatırımları kadar öğretmenlere de yatırım yapmak zorundadır. Öğretmen sorununu çözmeden eğitimin sorunlarını çözemezsiniz. Öncelikle meslek dışından gelen öğretmenler yeniden kendi alanlarına yönlendirilmeli veya yeniden hizmetiçi eğitimlerle yetiştirilmelidir.
Acilen öğretmenlerin özlük hakları düzeltilmeli mesleğe olan ilgi daha da arttırılmalıdır. Bakanlığın özellikle son 6-7 yıldır yaptığı teknolojik yatırımları 40 yaş üste öğretmenlerin kavramak ve kabullenmekte zorlandıkları bir gerçektir. Bir kereye mahsus olmak üzere özellikle bu tür öğretmenlerin emekliliğe geçişleri özendirilmelidir.
Özel okulları özendirilmeli özellikle de taşrada yaygınlaştırılmalıdır. Öğretmenler askerlikten ya muaf tutularak (bir dönem denendiği gibi 10 yıl veya 5 yıl vb ) tayin istememeleri şartı ile askerlik görevini yapmış sayılmaları sağlanmalıdır.
Ama en önemlisi köy enstitülerinde ve öğretmen liselerinde verilen meslek aşkını taşıyan nitelikli ve kaliteli öğretmen yetiştirilmelidir