Eskiden gurbet belirlerdi mesafeleri. Sılayı özlemekti gurbetçilerin en büyük çilesi. Artık gurbet belirlemiyor mesafeleri. Aynı evin içinde bile; birbirimizden öylesine uzağız ki? Bir köyüm vardı benim çocukluğumda. Gitmesemde , dönmesemde! O köy benim köyümdü. Kuşları vardı köyümün! Horozları öterdi. Göksu kenarından akar giderdi. Köyümün otobüsü seki hamamının oradan kalkardı. Köyün en meşhur otobüsçüsü; otobüsçü kadir emmiydi. Evinin önüne ellincleri üvecoları sıralar ve her haliyle kıravganın otobüsçüsü benim derdi sanki. Otobüs her zaman dolu olur; ben hep motor kaputunun üstünde gelir giderdim. Kadir emmi benden para almazdı. Zaten çok küçüktüm. Dedem aksayan ayağıyla beni köprüde bekler! Babaannem biber dolmasını, kabak dolmasını, lahana sarmasını sobanın üstüne vurur ağır ağır pişirirdi. Güycük mıstık gelsinde yesin diye! Köyde beni babaannemgil güycük mıstık yani küçük mıstık diye anarlardı. Akşamın serinliğinde dedemin yaptığı köşke uzanır; bir türkü tuttururdum: zahidem gurbanım! Nolacak halım! Gene bir laf duydum! Gırıldı golum! Gelenden geçenden haber sorarım! Zahidem bu hafta oluyor gelin. Türkümü ilk duyan zafer ağabey olurduda koşar gelir beni dinlemeye başlardı. Etrafım kalabalıklaşınca bir türkü şöleni verirdim adeta. Hiç unutmam bir gün: yine bir türkü assıldım! Türküyü benim söylediğimi düşünememişlerde; her hal birine birşey olduda durana teyze ağıt yakmaya başladı diye korkup toplaşıp gelmişler köylüler. Geç saatlere kadar söyleşir, dertleşirdik. Erecep usta, çavuş ibraham emmi! Nurlar içinde yatın emi. Dedemin bir ineği vardı. Her akşam babaannemin pişirdiği sütü afiyetle içerdim. Köyüm her haliyle bir köydü. Kuşlar o kadar çoktu ki; evin camlarını tık tık gagalarlardı. Öteden havva cicemin merkebi anırır, tavuklar gıt gıt gıdaklardı. Babaannem bizi uyandırmadan yavaşça kalkar; sobada çörek çekerdi. O çayın kokusu, çekme çöreğin tadı en büyük zevkimdi. Dedeme gorkmaz yani korkmaz derlerdi. Ayağı topaldı. Onu çok severdim. Takkasını çıkarıp kel kafasını öpmek isterdim ama töbe öptürmezdi. Elimden tutar ve beni ağır aksak köyün bakkallarının olduğu köprüye götürürdü. Bir konuşan saat vardı kolumda. Dakika tutardım ev ile bakkalların arasında. Tamı tamına on dakikada götürürdü rahmetli dedem beni. Yolda mustan veli emmi denk gelirdi. Beni görünce başlardı beyitler söylemeye. Şehit olan oğluna şiirler düzer ağlardı. Anlatırlardı; mustan veli emminin oğlunun şehit naaşını iki üç gün beklemişlerde; göksu bile kan kırmızı akmış. Ölülerimizin ardından ağlayabilirdik o zamanlar. Ölümler sıradan değildi. Çocuktum; hatırladığım ilk cenaze dedemin gardaşı balcı omar lakabıyla anılan ömer emmiydi. O zamanlar hastaları yoğunbakıma yatırıveripte yapayalnız öldürmek diye bir adet yoktu. Zekarat kurulurdu. Adamın ağzına sular damlata damlata, helalleşe helalleşe ruhunu teslim ederdi. Kaç yaşındaydım bilmem; bir kapalı kasa kamyon ile gittik omar emminin cenazesine. Bir vardık ki; ağıtlar sarmış mahalleyi. Sakinleştiriciler vurulurduda anca teskin olurdu cenaze yakınları. Şimdi ölümler o kadar sıradanlaştı ki; adamın ortada cenazesi bekliyorda adam cebindeki telefondan sosyal medyada geziniyor. Eskiden bir cenaze oldumu aylarca evde tv bile açılmazdı. Yazın sıcaktan ve sinekten yatılmazdı. Damlarda ve tahtadan yapılan ve köşk diye bilinen belki on kişinin sığacağı yerlerde yatılırdı. Babaannem sinek yemesin diye namsiye yani cibinnik kurardı üstümüze. Hiç sevmezdim namsiyeyi. Hiç bir bayramı karamanda geçirmezdik. Arife gününden düşerdik yola. Arife günü otobüs birden fazla olur hepside dolardı. Sabahın soğunda ibrikten abdest alır; bayram namazına giderdik. Bayram namazından sonra: mıstık nöğörün! Beni bilebildinmi! Diyen çıkar gelirdi. Ben: tanıdım! Tanımammı! Sen filansın! Derdim. Nahal bildi sesimden görürmün bir! Hey gurban olduğum allahım! Diye hayretini dillendirirdi o gelen kişi. Muhabbet vardı, sevgi vardı, dedikoduda vardı elbet. Şimdi kimsenin kimseye tahammülü kalmadı. Teknolojinin altında ezilen insanların dedikodu edecek enerjisi bile kalmadı. Kurban bayramlarında yenen ette edilen muhabbette bir tatlıydı. O zamanlar; müsaitseniz size oturmaya geleceğez diye bir kelime yoktu lugatlerde. Çat kapı çıkılır çıkılır gelinirdi. Gür sesiyle tipsiz lakabıyla anılan mehmet emmi gelirdide; konuşur konuşurdu. Muhabbetlerin tadına doyulmazdı. Kimleri almadı ki şu kara toprak. Sanki her giden bir koca parça koparıp gitti muhabbetten. Babaannem bidona süt katardı. Sabah erken saatte binerdik otobüse. Karamana varıncaya kadar o süt çoktan kesilmiş olurdu. Her şeyimiz katışıksıztı! Masumdu. Dedemin topal ayağını damar tıkanıklığı teşhisiyle kestiler. Çok çekti ama gün geldi; tutturdu bana motur: motor alın diye. Motor alındı. Köprüye gelir gider oldu. Köylüler: mustuk emmi! Hende moturu gullanacak ehliyetin varmı senin! Diye takılırlardı. Mutlu olurdu dedem. Bir gün birisi: mustuk emmi! Hende motur heç geri geri gedermi? Demiş. Dedem: geder geder; heç getmemi! Demiş ve vitesi geri alır almazda motordan aşağı takla atıp düşmüş. Dedeme hiç dayanamazdım. Şimdide var köyüm uzaklarda. Ama dedem yok o köyde! Kuşlar yok, horoz sesleri yerine araba gürültüleri var artık. Köyümün o tezek kokusu yok! Erecep usta yok, hüsülü emmi yok, güycük ayşa yok, çavuş ibraham emmi yok. Muhabbet yok, sevda yok. Eski bayramlar yok. Hani mahzuni ne güzelde söylemiş ya: yine bahar geldi yaradan! Bilmem neden yaprak açmaz güller of! Garlı dağlar galkmadıkça aradan! Gorkarım ki dosta ermez yollar of. Kimi murad almış gezer salınır! Kimi yarelenmiş bağrı delinir! Bir gün şu dünyadan adım silinir! Hani bizim mahzunimiz derler of.