Zaman zaman kalemimizi çok keskin kullandığımız ve eleştiride insafsız olduğumuz söylenir.

Bu aslında işimizin bir parçasıdır. Toplumdaki olumsuzlukları ve yanlışları gözlemlemek, halkın fikirlerini toplamak ve bunları kamuoyu ile paylaşmak bir gazeteci - yazarın görevidir. Elbette bu noktada hakkaniyet, adalet, dürüstlük ve gerçekçilik kurallarını asla gözden ırak tutmamak gerek.
Dolayısı ile olumsuz eleştiri olarak getirilen bu yaklaşım işimizi bilenler tarafından olumlu yönde değerlendirilmektedir.
 Son günlerde mesleğimizin yüz karaları maddi ve manevi çıkar temin edemedikleri yerlere saldırı konusunda ataktalar. Yazdıkları edebi açıdan olduğu kadar ahlaki açıdan da ne idiği belirsiz şeyler. Aslında kişisel yapılarından dolayı da eleştirmek için anlaşılmayan bir alay zırvayı peşe peşe dökerek çamur atmak istediklerine, övgülerde bulunduklarının farkında değiller. Zira okuyucu değerlendirmeleri daha ilk kelimede yazanın ne mal olduğunu bildiğinden hedef kişiyi beyninde zaten aklamış oluyor.
Son zamanlarda Karaman Valisi Murat Koca için yazılan çizilenler de bu yönden ters tepti.
Emniyet mensupları ve trafik müdürlüğü için yazılanlar da öyle.
Sayın Koca Kamuoyu nezdinde ciddi bir güven ve liyakat çemberinde. Biz biraz şu Karamanımızın trafiğine değinelim;
Araç sayısı ve araç seyrüseferi açısından Karaman artık gına noktasına gelmiş durumda. Kolayını bulsak işyerlerinin ve apartmanların 5. Katına da araçlarımızla çıkacağız. Yürümek bizler için adeta 2. sınıf vatandaş hissi uyandırıyor. Beş-on metrelik yollara bile aracımızla gider olduk. Her araç sahibi aracını işyerinin ya da evinin tam kapısında görmezse kıyametler kopuyor. İşyerlerinin yoğun olduğu cadde ve sokaklar araç trafiğine kapatılınca isyan başlıyor, açılınca da her an kargaşa ve kızılca kıyametler kopuyor. 
Tek sıra park izni olan bölgelerde 2. Sıra parklar olağan hele geldi. Ama 3. Sıra parkları da sık sık görmek mümkün. 
Günde 5 dakika çalışan bir araç şehrin en işlek bölgesinde 20 saat park yeri işgal etmekte seyrüseferleri aksatmakta. 
Sadece yüz metre gidilecek bir mesafenin ilk 50 metresinde gazı köklemek, ikinci 50 metresinde de frene basmak en iyi şoförlük gibi algılanıyor.
Sadece beş metre ilerde park yeri olsa bile oraya park edip işimizi halletmek yerine 2. Hatta 3. Sıra park etmek anadan doğarken aldığımız bir doğal hak oldu. 
Tüm 4 tekerlilerin yanında Karamanın bir de 2 tekerli araç sorunu var. Arazinin düz olması bu araçları kaçınılmaz yapıyor. Mototsiklet, mobilet, moped, derken günlük hayatımızda bir de sukıtır ve elektrikli bisikletler yerini aldı. 
Karaman için trafik sorununa ideal çözüm olan bisiklet ve bu elektrikli bisikletler de bir anda sorun olup çıktı.
İmal edilirken hiçbir denetimin olmadığından mıdır nedir, bu araçlar birer kros aracına dönüştü. Şehir içinde konulmuş azami hızların çok üstünde hıza ulaşan bu araçlar can kayıplarına sebep olmaya başladı.

Sanayinin zeki ustaları da moped, mobilet ve elektrikli bisikletlere uyguladıkları yeni aparatlarla bunları adeta ölüm makinesine dönüştürdüler.
Bir helikopterden, uçaktan daha fazla gürültü çıkaranlar, diskotek sahnesini andıran ışık donanımları ya da hiç ışıksızları, üstünde balıklama yatarak komik hız arayışları yapılan ucubeler çıktı ortaya. 

Yasal zorunluluk olan emniyet kemeri gibi kask da polis kandırmaca aracına dönüştü. Çok titiz kullanımlar görülse de gidona asılı birer aksesuar olarak kullanılmaya başlandı.

Sonuçta basın mensubu olarak hiç de hoşlanmadığımız çirkin haberleri yapar olduk. Her gün istisnasız motor, bisiklet kazalarında ölenlerin haberleri sütunlardan düşmez hale geldi.

Tüm bunların birinci derecede ilgilisi elbette Trafik Polisleri.
Son yıllarda emniyet teşkilatımızdaki verimli uygulamalar asayişimizin göz bebeği olan polislerimizi mükemmel hale getirdi. 50 yıldan bu yana her olayda karşılaştığımız polisimizdeki bu inkişaf ayakta alkışlanacak türden. 

Ne var ki bu denli olumsuz trafik koşullarının olduğu bir beldede liyakat ve nezaket içinde görevini yapanlara karşı acımasız yaklaşım elbette utanç verici. 
Vatandaşın can ve mal güvenliğinin sağlanmasına yönelik çalışmalarından ötürü bir meslek gurubuna saldırmak hangi mantıkla izah edilebilir.
Siyasi ekonomik ve bürokratik baskılardan kurtulması için mücadele verdiğimiz emniyet teşkilatımızın bir de kamuoyu baskısına maruz kalmasına çalışmak topluma ihanettir.

Hatta biraz daha ileri de gidebilir ve bugün bu baskılardan dolayı denetim ve uygulamaların yetersiz kaldığını bile söyleyebiliriz. En bariz üç-beş suçu işlemiş bir sürücüye yapılan işlemden dolayı titri ne olursa olsun kendinin bir BAŞ sayanın, telefona sarılıp da “yahu ne var bunda görmeyiverin” demesi insanlık dışı, kabul edilemez bir adiliktir. 

On yaşında çocuğunun altına bir aracı verip de sokaklarda kros yaparak ölümle dans etmesine göz yuman bir veli elbette bu uygulamalara akıl erdiremeyecektir. Evladını kaybetme acısını yaşadığı gün de iş işten geçmiş olacaktır. 
En büyük suçumuz ve hatamız da belki 155 hattını hakkı ile kullanmayışımızdır. Yüzlerce dakika beleş diye saatlerce elimizden düşürmediğimiz telefonları bir hatalı park için, bir olumsuz sürücü için, ölümle dans eden bir çocuk için de kullansak vebalden kurtulmuş oluruz.

Bizler 155 i ne kadar çok kullanırsak bilelim ki 112 hattı o kadar az kullanılacaktır.

Tüm yollar benim, tüm haklar benim ve tüm öncelikler benim,  trafik kuralları mantık dışı ben kendi mantığımla hareket ederim diye diye ölmekten bıkmış bir toplum olalım. Artık yetsin ve bitsin.

Bizler görev yapan trafik polislerine ne kadar az müdahale eder ve işlerinde yardımcı olursak bilelim ki şehir içi kazalar ve ölümler o kadar azalacaktır.
Halkına işkence ederken bölgeye basını almayan, en küçük trafik suçunun bir cinayetle eşdeğer olduğu ülkelerdeki demokrasilere hayran olma aptallığını bir kenara bırakıp Cennet yurdumuzun sınırsız demokratik imkânlarını, özgürce ama akıllıca kullanmayı artık öğrenelim.