YARATILANI HOŞGÖR YARATANDAN ÖTÜRÜ
Şiddetin ve vahşetin salgın gibi insanlığı kuşattığı, zamanın hengâmeleri içinde her gün yok ettiğimiz insanlığımızın tükenişinin bende bıraktığı tarifsiz acıları içerisinde olmanın ruhumda yaşattığı derin hüznünü yaşamaktayım. Televizyon kanallarında ve gazete sayfalarında her gün duyduğumuz şiddet olaylarına aşina olan bu gözler, sanki işlenen bu olaylarda sessiz kalmanın vebalini taşımanın derin bir mahcubiyeti içerisinde kıvranmaktadır. Vicdani duyguların körelmesi, sevginin karanlık dehlizlerde mahkûmiyeti ve bizi biz yapan güzelliklerin ellerimizle yok edilmesi ne kadar acı. Düşünüyorum da: Yoksa bizler Asr-ı Saadet varisleri olan bu ümmetin nesilleri olduğumuzu mu unuttuk? O ümmetin sancaktarlığını yapmanın onurunu ve de sorumluluğunu taşıyan, böyle bir ecdadın torunları olan bizler; nasıl olurda bu kadar hızlı bir şekilde yozlaşabiliriz?
En küçük bir tebessümü bile sadaka sayan bizler, zaman içinde, nasıl olur da sokakta gördüğü komşusuna bile selam vermekten aciz hale gelebilir?
Beynimi bir kurt misali içten içe kemiren bu ve benzeri sorularla geçmişten günümüze doğru giden zaman tünelinin içinde günlerce gezindim, durdum.
Bu duygular içerisinde hoşgörü ve affetmek gibi değerli erdemleri bizzat yaşayarak sunan Rahmet Peygamberi Efendimizin yaşantılarından ve onun yolundan hiç sapmadan yürüyen ecdadın hayatlarından bahsetmeyi kendime bir borç bildim. Bu güzel değerleri yeniden yaşamak ve yaşatmak adına dilerim bu satırlar hayırlara vesile olur.
İlk insan ve insanlığın atası olan Hz Âdem(A.S.), dünyaya ilahi emir gereği indirilmesi ve Hazreti Havva annemizle buluşması ile insan nesli çoğalmaya başlamış ve ilk ihtilafta oğulları Habil ve Kabil arasında yaşanmıştı. Bu olay yüce kitabımız Kuran-ı Kerimde Maide suresi 27-32. Ayeti kerimelerinde etraflıca anlatılmıştır. Ayet-i Kerime’nin buyurduğu gibi Habil ve ağabeyi Allah'a birer kurban sunmuşlardı. Kabil, kendi kurbanı Allah tarafından kabul edilmediği için küçük kardeşi Habil’e karşı kalbinde derin bir kıskançlık hasıl olur. O andan itibaren kardeşini öldürmeye karar verir. Kabil Habil'e onu öldüreceğini söylediğinde, Habil, “Allah'tan korktuğunu söyleyerek karşı koymadı ve ağabeyine el kaldırmadı”. Bir hırs ve kıskançlık uğruna kardeşinin kanını akıtan Kabil böylece dünyada ilk kan dökücü olarak insanlık aleminin ilk cinayeti işlemiş oldu. Böylece başlayan hoşgörüsüzlük ve nefret tohumları insan nesilleri çoğaldıkça artarak devam etti. Cehalet bir örümcek ağı misali dünyayı sardı. İnsanlık değerlerini unutmuş nesiller nefislerini tatmin için asırlarca mazlumların ve dahi insanlığın kanını emmekten geri durmadı. Dünya uzun bir süre Cahiliye döneminin çalkantılı sürecini yaşadı.
Taki son peygamber; Âlemlerin efendisi, Hz. Muhammed (s.a.v) dünyaya gelişi ve ilahi emrin gereği olarak yüce davetle insanlık alemi, İslamiyet’le şereflendi. Kısa bir sürede bu güneş insanlık alemine sonsuz bir hoşgörü ve barış ortamı sağladı. Bu ilahi nurun sayesinde asırlar süren bekleyiş vuslatına erince cahiliye dönemi adetleri de bir bir sona erdi. Kan davası, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, kölelik ve daha pek çok adet Efendimiz sayesinde sonlandırıldı. Onun başlattığı hoşgörü ortamında insanlık nefes aldı, huzur buldu. O yüzden bu döneme Asr-ı Saadet dendi.
Efendimiz her yönüyle ümmetine örnek oldu. Taif’lileri İslam’a davet ederken kendisine yapılan çirkin saldırılarda dahi onlara hoşgörüyle davrandı ve onların affedilmesi için yüce Allah’a duada bulundu. Kendisine her türlü zorbalığı yapan Ebu Sufyan’ı affeden de yine kendisidir.
Uhut savaşında amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi affetmesi hadisesini şöyle bir hatırlayıp, Efendimizde var olan o derin affetme ve hoşgörü anlayışını kalbimizin bir köşesine nakşedip hayatımızı bu ibretlik kıssalardan hareketle yeniden düzenlemeye çalışalım;
Vahşî, Hz. Hamza’nın Bedir savaşında öldürdüğü Tuayme’nin kardeşinin oğlu olan Cübeyr bin Mutim’in kölesiydi. Habeşli olduğu için, el ile ok ve mızrak atmakta ustaydı. Uhud savaşında, Cübeyr buna demişti ki: Eğer ki Hamza’yı öldürürsen seni azat ederim!
Daha o zamanlar müslüman olmakla şereflenmemiş olan Ebu Süfyan’ın hanımı Hind de, babasının ve amcasının intikamı için, Vahşî’ye mükâfat vaat etmişti. Bu vaatler O’ nu, Hz. Hamza’yı öldürmesi için oldukça heveslenmesine sebep olmuştu. Zira bir yandan azat olacak diğer yandan büyük bir servete kavuşacaktı.
Vahşî, Uhud Savaşında bir taşın arkasında pusuya saklanıp, yalnız Hz. Hamza’yı gözetlemeye başladı. Hz. Hamza sekiz kâfiri öldürüp, bir diğerine de kılıç sallarken, Vahşî saklandığı taşın arkasından doğruldu ve mızrağını gerip okunu atarak, Hz Hamza’yı şehit etti. Sonra, gidip durumu Hind’e haber verdi. Hind sevinip üzerindeki ziynetlerin hepsini Vahşî’ye verdi. Daha da vereceğini söyledi. Efendimiz bu olaydan dolayı çok incinmişti. Zira ona en zor anlarında destek olan amcası Hz. Hamza orada ilahi tecelli neticesinde bir zalim tarafından şehit edilmişti.
Uhud savaşında Efendimiz birkaç kâfire beddua etmişti. Sahabelerden bazıları Efendimize “Vahşiye niçin lanet etmiyorsun” dediklerinde, buyurdu ki:
Miraçta, Hamza ile Vahşî’yi kolkola, birlikte cennete girerlerken görmüştüm, diyerek karşılık vermişti.
Hicretin sekizinci yılında, Mekke fethedildiği gün, Vahşî, Mekke’den kaçtı. Bir zaman uzak yerlerde kaldı. Sonra pişman olup, Medine’de mescide gelip, selam verdi. Resulullah efendimiz selamını aldı. Vahşî dedi ki:
- Ya Resulallah! Bir kimse Allaha ve Resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günah işlese, sonra pişman olup temiz iman etse, Resulullahı canından çok seven biri olarak, huzuruna gelse, bunun cezası nedir?
Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- İman eden, pişman olan affolur. Bizim kardeşimiz olur.
- Ya Resulallah! Ben iman ettim. Pişman oldum. Allah ü Teâlâ’yı ve Onun Resulünü her şeyden çok seviyorum. Ben Vahşî’yim.
Resulullah efendimiz, Vahşî adını işitince, Hz. Hamza’nın şehit edilmiş hâli gözünün önüne geldi. Ağlamaya başladı.
Vahşî, öldürüleceğini anlayarak kapıya yürüdü. Ashabı Kiram kılıçlarına sarılmış, sadece bir işaret bekliyordu. Vahşî, içinden kendi kendine “Şu an nefesimi alıyorum” derken, Cebrail aleyhi selam geldi. Allah ü Teâlâ’ nın yüce buyruklarını Efendimize tebliğ etti.
- “Ey sevgili Peygamberim! Bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşman etmeye uğraşmakla geçiren bir kâfir, bir kelime-i tevhid okuyunca, ben onu affediyorum. Sen, amcanı öldürdü diye Vahşî’yi niçin affetmiyorsun? O pişman oldu. Şimdi sana inandı. Ben affettim. Sen de affet!”
Herkes, "Öldürün!" emrini beklerken, Resulullah Efendimiz buyurdu ki:
- Kardeşinizi çağırınız!
Kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar Vahşi’yi. Peygamber efendimiz Vahşî’ye, “affolunduğunu” müjdeledi ve buyurdu ki: - “Fakat seni görünce amcamın şehit edildiği o an geliyor aklıma ve dayanamıyor, elimde olmadan üzülüyorum” .
Hz. Vahşî, Resulullahı üzmemek için, bir daha yanına gelmedi. Yaşadığı sürece daima mahcup ve başı önünde yaşadı. Yıllar sonra Efendimizin acısını hafifletmek adına aynı mızrak ve okla yalancı peygamber Müseyleme’yi öldürdü ve İslama çok büyük hizmette bulundu. Vahşi içindeki Efendimize olan hasretin kavurduğu bu tarifsiz acıyla dertlere düştü ve Hz. Osman zamanında vefat etti.
Efendimizde rahmet peygamberiydi. Miraçta Rabbinden ” Senden ümmetimin şefaatini isterim Yarabbi ”, diyerek gözyaşı döken, kalbi ümmetinin sevgisi ile dolu yüce bir peygamberdi. Efendimizin kalbini hüzünlere boğan Vahşi’yi ve de islamiyetin yayılması sırasında onun önünde engel olan ve nice zalimlikte bulunan Uhut ve Hendek Savaşlarında kafirlere komutanlık yapan Ebu Süfyan gibi nice zalimleri engin hoşgörüsü ile affetmiş ve hayır duada bulunmuştur. Veda hutbesinde ümmetine öyle bir hoşgörü reçetesi sunmuştur ki, işte Veda Hutbesi’nden birkaç satırda;
“Müminler!..
Sözümü iyi dinleyin, iyi anlayın.
Muhakkak ki Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Adem'in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır.
Hiç kimsenin başkaları üzerinde üstünlüğü yoktur.
Şeref ve üstünlük, ancak fazilet iledir.
Müslüman Müslüman’ın kardeşidir.
Bütün Müslümanlar kardeştir, eşit hakka maliktir.
Din kardeşinize ait olan herhangi bir şeye, bir hakka tecavüz etmek, gönül rızası ile olmadıkça, başkası için helâl olmaz.
Haksızlık yapmayın. Haksızlığa da boyun eğmeyin.
Ahalinin haklarını gasp etmeyin.
Sakın benden sonra kâfirlerin yaptığı gibi birbirinizle boğuşmayın.
Ey Müminler!
Size bir emanet bırakıyorum. Siz ona sıkı sarıldıkça, yolunuzu şaşırmazsınız. O emanet de Allah'ın kitabı Kur’an 'dır!” Buyurarak bizlere nasıl davranmamız gerektiği hakkında tavsiyelerde bulunmuştur.
Hoşgörü anlayışını anlatan hadislerinden birkaçında Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Biriniz kardeşinin ahlakını (Allah için) seviyorsa bunu kendisine söylesin.
Size vermekte olduğu nimetlerinden ötürü Allah'ı sevin, beni de Allah beni sevdiği için seviniz.
Resulullah bir kere dua ederken şöyle buyurdu: "Ya Rabbi! Bana Kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni Senin sevgine yaklaştıracakların sevgisini ihsan eyle ve Kendi sevgini bana hararetten, susuzluktan yananların, soğuk suya kavuşmasını istemelerinden sevgili kıl.
(Kalbinin yumuşamasını sever misin? Yetime merhamet et, onun başını okşa ve ona yediğinden yedir. Kalbin yumuşar.
" Kardeşini güler yüzle karşılaman, kendi kovandan kardeşinin kabına su vermen de birer maruftur."
" Mümin kişi, diğer mümine karşı duvar gibidir, birbirlerini takviye ederler."
Size vermekte olduğu nimetlerinden ötürü Allah'ı sevin, beni de, Allah’ın beni sevdiği için seviniz.
Allah uğrunda birbirine muhabbet eden kimseler, O'nun gölgesinden başka gölge olmayan günde, O'nu Arş-ı Âlâsının gölgesindedirler. Kendilerine nurdan kürsüler kurulur. Onların Rableri ile olan meclislerine, Peygamberler, Sıddıklar ve şehitler bile imrenirler.
"Mümin kendisi için sevdiğini kardeşi için de arzular."
"Hediyeleşin, birbirinizi sevin. Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hâsıl eder."
"Ziyaretleşin, hediyeleşin. Çünkü ziyaret sevgiyi perçinler, hediye de kalpteki kötü duyguları söker atar."
"Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah'ın kulları kardeşler olunuz."
"Sizden önceki toplumların derdi size de bulaştı: Haset ve kin. Kin beslemek sevgiyi kökten kazıyan şeydir. Allah'a yemin ederim ki iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Size birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın."
Müminler birbirlerine muhabbetli ve hayırlıdır, evleri ve bedenleri ayrı olsa da. Facirler ise birbirlerini aldatıcıdırlar. Evleri ve bedenleri toplu olsa da. Ve birbirleriyle mücadele ederler.
Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız. Yazık, laf ebesi olanlara. Yazık günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere.
Kolaylaştırın, güçleştirmeyin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Birbirinizle iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin.
Allah yoluna birbirlerini sevenler, arşın gölgesinden başka gölge olmayan o günde, arşın gölgesindedirler. Nurdan minberler üzerinde. Onların mekanlarına Nebiler ve Sıddıklar gıpta ederler.
Allah yolunda muhabbet edenler, Arşı Alâ etrafında yakuttan kürsüler üzerinde olurlar.
"Sana zulmedeni affet. Sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap. Aleyhine de olsa hakkı söyle."
"Fakirleri seviniz ve onlara yakın olunuz. Siz onları severseniz, Allah da sizi sever. Siz onlara yakın olursanız, Allah da size yakın olur. Siz onları giydirirseniz, Allah da sizi giydirir. Siz onları yedirirseniz, Allah da sizi yedirir. Siz cömert olunuz ki, Allah Teâla da size karşı cömert olsun."
"Zulümden kaçının. Zira zulüm, kıyamet günü karanlıklar olacaktır. Cimrilikten de kaçının, zira cimrilik, sizden öncekileri helak etmiş, onları birbirlerinin kanlarını dökmeye, haramlarını helal addetmeye sevk etmiştir."
Efendimizin başlatmış olduğu hoşgörü atmosferi dalga dalga tüm dünyaya yayıldı. Nerede zulüm gören halk varsa hepsi İslamiyet’e inandı ve huzur buldu. Ondan sonra dört halife döneminde hoşgörü ve sevgi anlayışının en güzel örnekleri sergilendi. Osmanlılar döneminde yönetimde başlayan sevgi ve hoşgörü hareketi dünyaya yayıldı. İşte Osmanlı Padişahlarının tarihe altın harflerle yazılan örnek hareketlerinden bazıları:
Osmanlı tarihçilerinden Aşık Paşazade, Osmanlı padişahlarından Orhan Bey’in adalet anlayışını şu satırlarla ifade eder:
“Orhan Gâzî, oğlu Süleyman Paşa’yı Taraklı (Tarakçı) Yenice’sine gönderdi. O memleketlerin hepsi Orhan Gazi’nin adâletini işitmişti. Her aldıkları yerde adâlet gösterdiler. Alınmayan memleketler dahi onların nasıl davrandıklarını öğrenmişlerdi. Süleyman Paşa Taraklı Yenicesi’ne varınca, hisarı antlaşarak verdiler. Göynüğü ve Mudurnu’yu dahi öylece aldılar. Süleyman Paşa dahi o kadar adâlet gösterdi ki...
‘Ne olurdu, eski zamandan beri bunlar bize bey olaydılar.’ Çok köyler bu Türk kavmini gördüler. Müslüman oldular.”
Sultan Murat'ın halkına karşı adil ve hoşgörülü yönetimini, aynı dönemde yaşamış olan Bizans tarihçisi Khalkokondylas şöyle anlatmaktadır:
"Kendisine itaat ve hizmet eden milletlere ve kişilere, hangi dinden olurlarsa olsunlar, iyi ve yumuşak ve cömert davranırdı. Verdiği söze sonradan aleyhinde tecelli etse bile sadık kalarak, dost düşman herkesin güvenini kazandı."
Fatih Sultan Mehmet dönemindeki adil ve hoşgörülü ortam, tüm tarihçiler tarafından dile getirilen apaçık bir gerçektir. Fatih Sultan Mehmet'in Kitap Ehline karşı olan hoşgörüsü günümüze kalan birçok anlaşmalarla da belgelenmiştir. Onun İslam ahlakından kaynaklanan hoşgörüsünden Hıristiyan, Yahudi, Ermeni, Süryani her dine mensup insan payını alıyordu. Bu nedenle Fatih'in padişah olduğu süre boyunca birçok yabancı millet onun yönetimi altına girmekten büyük bir memnuniyet duymuşlardı. Bizanslı yönetici Büyük Düka Notaras'ın "Bizans'ta Latin şapkası görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederim" şeklindeki sözü de bu gerçeği teyit eder niteliktedir.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethi, ilk başlarda gayrimüslim halk arasında büyük bir korkuya neden olmuştur. Baskılara ve saldırılara maruz kalacaklarını düşünen bu kişilerin büyük bir bölümü ya firar etmiş ya da Ayasofya'da toplanmıştır. Ancak Fatih Sultan Mehmet onlara hoşgörü ve adaletle yaklaşmış, her türlü korkudan uzak olarak evlerine dönmelerini ve işlerini rahat bir şekilde devam ettirmelerini istemiştir. Onlara dinleri konusunda hiçbir baskı yapmamış, aksine birçok din mensubunu büyük bir hoşgörüyle karşılayarak, onların dinlerini rahatça yaşayabilecekleri bir ortam hazırlamıştır. Sarayda Müslüman ve Hıristiyan bilginler yan yana yaşamış ve her türlü ilmi konuyu büyük bir hoşgörü ile tartışmışlardır.
Tarihimiz her sayfası hoşgörü ile örülmüş bir milletin torunları olarak bizlerde hoşgörünün daima yaşaması ve gelecek kuşaklarca yaşatılması adına gönül penceremizi sevgiye ve hoşgörüye açmalı, bu güzel erdemleri yaşamalı ve de yaşatma adına önce ailemizden başlayarak yaşadığımız tüm çevreye davranışlarımızla örnek olmalıyız. Yarınlarımıza barış ve huzur dolu bir dünya bırakmak adına buna mecburuz.
Hoşgörü ve diğer erdemlerin faziletini büyük mutasavvıf Hz. Mevlana ve onun yedi öğüdündeki şu mısra ne güzel de anlatmaktadır.
” Hoşgörülülükte deniz gibi ol”
Erdal DEMİR