YAŞLILIK EN ÇOK YALNIZ KALINCA ZOR GELİR İNSANA

İhtiyar;  bayram sabahı sessizce evinde gelmeyecek olan ziyaretçilerini bekliyordu. “Biliyorum bu bayramda gelmeyecek çocuklar, bu bayramda şenlenmeyecek bu ev “diye hayıflanıyordu. Bir yandan da içindeki umudunu koruyor camın karşısından yolu gözlüyordu. Kalbi mahzun, gözleri hüzünlüydü. Kendi kendine;  yaşlılıkta yalnızlık en zor şeymiş diyerek, yüreğindeki serzenişini mırıldanıyordu dudaklarından.   
  Oysa bugün bayramdı, bugün kavuşma günüydü, sevdikleriyle. Bayramlık şekerini çok önceden hazırlayıp masanın üzerine koymuştu. Bekliyordu gelecek olan torunlarını büyük bir heyecanla bekliyordu. Saatler birbirini kovalıyor ancak ne gelen vardı, ne de kapısını açan bir evlat. Sonra gün akşama kavuştu, ihtiyarın tüm umutları yıkık bir şekilde yolu gözlemekten vazgeçti. 
  Ah dedi kendi kendine koca bir ah! Gözlerini kaplayan hüzün bulutları daha fazla kendini taşıyamadı ve şakaklarından yanağına doğru süzüldü. 
  İhtiyar; gençliğinin en güzel yıllarını onların rızkını kazanmak için harcamıştı. En ağır işlerde ömrünü heder etmiş ve evlatlarını bu sıkıntılar içinde büyütmüştü. Hayatının bu son yıllarında ise şimdi yalnızdı. Evlenen her evlat, evini taşımış gitmişti. Sırf onların huzuru kaçmasın diyerek o çok sevdiği torunlarını bile göremiyordu ihtiyar adam. Bir defasında torun hasretine dayanamamış gitmişti ziyaretlerine.  Evde daha ilk gecede duyduğu tartışma sesleri onu kırmış ve sabah erkenden ayrılmıştı oğlunun evinden. O çok sevdiği evladının evi ona bir günde dar gelmişti. Oysa kendisi evlatlarına yıllarca gözü gibi baktı, yemedi yedirdi, giymedi giydirdi. Bir gün bile halinden şikayetçi olmadı. İhtiyar çok sevdiği hayat arkadaşını kaybetmesi ile iyiden iyiye yalnızlığa düştü. İçindeki boşluk her geçen gün arttı. 
  Eskiden bu kadar kırılgan değildi.  Ama yaşlandıkça daha çok hassaslaşmıştı duyguları. Yaşlılar daha çok ilgi bekliyor bu dönemde evlatlarından. Böyle bir hikâye vardı tam bir ibret abidesi gibi önümüzde duran, bir Letonya hikâyesinde olay şöyle dramatize edilmişti: 
Çok eski zamanlardan birinde kötü bir âdet varmış  Yaşlılar artık iyice ihtiyarlayıp iş yapamaz duruma geldiklerinde ormana götürülür, orada yırtıcı hayvanlara bırakılırmış  Böylece zaten az olan yiyeceklerin, çalışan gençlere yetmesi sağlanmaya çalışılırmış  
İhtiyarları belli bir yaştan sonra evde tutmak yasak olduğundan kimse yaşlı anne babasını evde gizleyemez, komşusu görüp ihbar edecek diye korkarmış 
İşte bir gün yaşlılardan birini oğlu ormana götürüp bırakmak istemiş  Kış mevsimiymiş  İhtiyar, oğul ve küçük torun beraberce ormana gitmişler  İhtiyarı bırakmış dönüyorlarmış ki, küçük torun oyuncak kızağını dedesinin yanında unuttuğunu fark etmiş  Babasına dönüp almalarını söylemiş  Babası umursamayınca da :
Kızağımı almalıyım, yoksa sen yaşlandığında seni neyle ormana götürüp bırakacağım” demiş 
Oğul o an anlamış ki, ihtiyar babasının kaderi, yaşlandığında kendi kaderi de olacak  Dönüp babasının ellerini çözmüş  Alıp eve geri getirmiş  Samanlıkta saklayıp her gün ona gizlice yemek vermeye başlamış 
Bir süre sonra köyde hayvanlar arasında bir hastalık yayılmış  Hayvanlar birbiri arkasından ölüyormuş  İhtiyar oğluna şöyle demiş:
Hastaları iyilerden ayır  Onlara şu, şu otlardan ilaç hazırla  Sağlıklılara da şöyle şöyle yap 
Oğlan ihtiyar babasının dediklerini yapmış  Gerçekten de onun hayvanları arasında ölüm azalmış  Çoğu kurtulmuş 
Gerçekten de bir iki ay içinde bütün köy tarlalarda çalıştırılacak hayvan sıkıntısı çekmeye başlamış  Ama ihtiyarın öğüdünü dinleyen gencin hayvanı varmış 
İlkbahara doğru köyde artık ekmek yapacak tahıl bile kalmamış  Ama asıl sorun, tohumluk olarak kullanabilecek kadar bile tahıl olmamasıymış Tarlaya ne serpeceklerini, gelecek senenin mahsülünü nasıl hazırlayacaklarını bilemiyorlarmış  İhtiyar bu konuda da oğluna öğüt vermiş: 
Yavrum, ahırın çatısı samanla doldurulmuştun  Onları çıkar, yeniden döv  Oradan tohumluk buğday çıkarabilirsin 
Oğlan, ihtiyar babasının dediği gibi yapmış  Köyde tohumluğu olan tek aile onlar olmuş  Bütün köy halkı bu gencin büyücü olduğunu düşünmeye başlamış  Öyle ya, herkesin işi kötü giderken, bu evde garip bir şekilde kötülüklere bir çare bulunuyormuş  Evi gözlemeye başlamışlar  Sonunda da gerçek anlaşılmış, ihtiyar babanın hala yaşadığı ortaya çıkmış 
 Köylüler genci krala şikayet etmiş 
Kral önce yasalarını hiçe sayan gence kızmış  Ama olup bitenleri dinledikten sonra iyi ve yerinde bir öğüdün çok şeyi değiştirebileceğini kabul edip, ihtiyarlarla ilgili yeni bir kanun çıkarmış 
  Bundan böyle çocuklar, anne ve babalarına yaşlılıklarında bakacaklar  Onların gönlünü hoş tutacaklar  Çünkü onların hayat deneyimlerinden her zaman için öğrenebilecekleri şeyler vardır.
   Evet ; yüce dinimiz Ana ve Baba hakkını en önemli kul hakkından olduğunu beyan eder. “ Kul hakları içinde en mühim olanı ana-baba hakkıdır” der. Allah ve Resul’üne itaatten sonra ana-babaya itaat gelir. Çünkü anne ve babalarımız varlık sebebimiz ve velinimetimizdir. Maddî ve manevi hayatımızı inşa eden müstesna fazilet abideleridir. Bir anne yüreği ve kucağı, çocuk terbiyesinin yapıldığı muhteşem bir dershanedir. Aile yuvası, çocuğun istikbâlini şekillendiren ilk eğitim müessesesidir. Dolayısıyla anne ve babaların evlâtları üzerindeki hakları sayılamayacak kadar çoktur.
   Faziletli anne-babalar, evlâtlar için büyük bir rahmet ve berekettir. Saliha anne, ilâhî kudretin insanoğluna lütfettiği bir rahmet kucağı, ailede saadet kaynağı, huzur ve safa ışığı, aile fertlerinin şefkat pınarıdır. Rabbimizin, “er-Rahman” ve “er-Rahîm” esmasının dünyadaki müstesna ve mutena bir tecellîgâhıdır.
  Bizleri önce bir müddet karnında, sonra kollarında ve ölünceye kadar da kalplerinde taşıyan annelerimize gösterilecek sevgi ve saygıya ortak olabilecek başka bir varlık yaratılmamıştır. Ev tanzimi ve evlât terbiyesini omuzlarına alan anneler, cidden engin bir muhabbete, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktırlar. 
   Cenâb-ı Hak, kendi haklarından sonra anne-babaya iyi ve güzel davranmayı ilk sırada zikrederek şöyle emreder:
“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve maliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın…” (en-Nisâ, 36)
“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını vasiyet ettik! Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için:) «Önce Bana, sonra da ana-babana şükret!» diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.” (Lokmân, 14)
Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu duâsı bir mü’min için ne büyük bir müjdedir:
“Ana-babasına iyilik edene ne mutlu! Allah Teâlâ onun ömrünü ziyadeleştirsin!” (Heysemî, VIII, 137)
Ebeveynin evlâtları üzerindeki hakları o kadar çoktur ki, bunları ödemek pek zor, hattâ imkânsızdır. Hadîs-i şerîfte buna şöyle bir teşbihle dikkat çekilmektedir:
“Hiçbir evlât, babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp âzâd ederse, babalık hakkını (ancak o zaman) ödemiş olur.” (Müslim, Itk, 25; Ebû Dâvûd, Edeb, 119-120; Tirmizî, Birr, 8/1906)
Ana-babanın duâsı makbûldür. Onların hayır duâlarını almaya gayret edilmeli, bedduâlarından da sakınılmalıdır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Makbûl olduğunda şüphe bulunmayan üç duâ vardır:
Babanın çocuğuna duâsı; misâfirin duâsı; mazlumun duâsı.” (Ebû Dâvûd, Vitr 29/1536; Tirmizî, Birr 7/1905, Deavât 47; İbn-i Mâce, Duâ 11)
“Babanın oğluna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibidir.” (Süyûtî, II, 12/4199)
Annenin duâsı ise babanınkinden daha tesirlidir. Bu yüzden hadîs-i şerîfte zikredilme ihtiyâcı hissedilmemiştir.
Bu durumda anne-babaya âsî olmanın büyük günahların başında yer alacağı husûsunda şüphe yoktur. 
Nüfey bin Hâris -radıyallâhu anh- şöyle rivâyet eder:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün:
«–Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?» diye üç defâ sordu. Biz de:
«–Evet, yâ Rasûlallah!» dedik. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
«–Allâh’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek!» buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve; 
«–İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak!» buyurdu.[159]
Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki, daha fazla üzülmesini istemediğimiz için, keşke sükût buyursalar da yorulmasalar, diye arzu ettik.” (Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143)
Cenabı Hak, cümlemizi ana-babasına her daim hürmet eden ve onları memnun ederek huzur-i ilâhîye varan bahtiyar kullarından eylesin…
ERDAL DEMİR