Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne yönelik en büyük tehditlerden biri olan PKK terör örgütü, uzun yıllardır ülkemize büyük zararlar vermiş, bölgesel istikrarsızlığın temel unsurlarından biri olmuştur. Abdullah Öcalan’ın son dönemde yaptığı açıklamalar, yüzeysel olarak barışçıl bir dönüşüm çağrısı gibi görünse de, geçmiş deneyimler ve örgütün yapısı göz önüne alındığında, bu sürecin ardında yatan gerçek niyetler ve olası sonuçlar dikkatlice incelenmelidir.
PKK’nin ortaya çıkışı ve gelişimi, yalnızca ideolojik bir hareket olarak değerlendirilmemelidir. Bu örgüt, küresel güçlerin böl-yönet politikalarının bir ürünü olarak, Türkiye’nin milli bütünlüğüne zarar vermek amacıyla desteklenmiş ve yönlendirilmiştir. Dolayısıyla bugün PKK’nin feshedildiği iddiası, gerçek bir samimiyet içermediği gibi, örgütün yeni bir stratejiyle varlığını sürdürebileceğine işaret etmektedir.
PKK’nin Feshi mi, Yeni Bir Stratejik Hamle mi?
Terör örgütlerinin tarihsel süreçlerde doğrudan ortadan kalkmadığı, çoğunlukla isim ve yöntem değiştirerek faaliyetlerine devam ettiği bilinmektedir. PKK’nin yıllar içinde PYD, YPG ve SDG gibi farklı yapılar altında yeniden şekillenmesi bunun en somut örneğidir. Bugün “PKK’nin feshi” söylemi, gerçekte örgütün silahlı faaliyetlerden çekilip siyasi ve toplumsal alanlarda yeni bir yapılanmaya gitme planının bir parçası olabilir.
Geçmişte Oslo görüşmeleri, Habur süreci ve Çözüm Süreci gibi girişimler, PKK’nin güç kaybetmesine değil, aksine şehir yapılanmalarını ve örgütsel kapasitesini artırmasına yol açmıştır. Öcalan’ın yaptığı açıklamalarda, örgütün gelecekte nasıl bir yönelim izleyeceğine dair net bir çerçeve sunulmaması, bu sürecin tehlikelerine işaret etmektedir.
Bölgesel Özerklik Planları mı Devrede?
PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırması, örgütün siyasi ve ideolojik etkisinin sona erdiği anlamına gelmez. Aksine, süreç içinde silahlı unsurlar geri plana itilerek, siyasi ve toplumsal talepler üzerinden yeni bir strateji devreye sokulabilir. Demokratikleşme adı altında örgütün legal uzantılarının daha da güçlenmesi, bölgesel yönetim taleplerinin yükseltilmesi ve nihayetinde bir özerklik sürecinin başlatılması gibi ihtimaller göz ardı edilmemelidir.
Bölgesel özerklik talepleri, tarih boyunca birçok ülkeyi bölünmeye sürükleyen sürecin ilk aşaması olmuştur. Yugoslavya’nın parçalanma süreci buna en çarpıcı örneklerden biridir. PKK’nin silahlı mücadeleyi bırakması, nihai bir barışa değil, yeni bir siyasi hamleye işaret edebilir. Suriye ve Irak’ta PYD-YPG yapılanmalarının giderek devletleşme sürecine girmesi, Türkiye’nin güneyinde de benzer bir projenin hayata geçirilmek istendiğini göstermektedir.
Devletin Kararlılığı ve Tavizsiz Mücadele
Türkiye Cumhuriyeti geçmişte PKK ile barışçıl çözüm süreçleri geliştirmeye çalışmış ancak her defasında bu girişimler, örgütün daha da güçlenmesine neden olmuştur. Bugün benzer bir sürecin başlatılması, geçmiş hataların tekrar edilmesine yol açabilir. Bu nedenle devlet, herhangi bir taviz vermeden ve uzun vadeli stratejik planları dikkate alarak hareket etmelidir.
Devlet Bahçeli’nin sürece verdiği destek, milliyetçi çizgisiyle çelişen bir tutum olarak değerlendirilebilir. Bahçeli, geçmişte bu tür açılımlara karşı sert bir duruş sergilemişken, bugün PKK’nin feshi söylemi üzerinden yürütülen sürece olumlu yaklaşması, ciddi soru işaretleri doğurmaktadır. Bu yaklaşım, Türkiye’nin ulusal birlik ve güvenliğini riske atacak gelişmelere zemin hazırlayabilir.
Özetle, PKK’nin feshi söylemi, örgütün gerçekten yok olduğu anlamına gelmemektedir. Aksine, bu süreç terör örgütünün stratejik bir dönüşüm planının parçası olabilir. Türkiye, terörle mücadelede kararlılığını sürdürmeli, demokratikleşme adı altında bölücü taleplere prim vermemeli ve bölge halkının gerçek ihtiyaçlarını doğrudan devlet eliyle karşılamalıdır. Aksi takdirde, bu tür girişimler ilerleyen yıllarda daha büyük bölgesel ayrışmaların önünü açabilir. Devletin uyanık olması ve bu süreçte herhangi bir zafiyet göstermemesi, ülkenin geleceği açısından kritik önem taşımaktadır.