Tarih yalnızca zaferlerle değil, verilen tavizlerle de yazılır. Bir milletin kaderini belirleyen, dış düşmanların saldırısı değil, içerideki yöneticilerin tercihleridir. Kimi zaman büyük idealler uğruna atılan adımlar, aslında uzun vadeli bir teslimiyetin taşlarını döşer. Bugün yaşanan krizler, dış saldırıların değil; yanlış yönetimin, stratejik hataların ve bilinçli bir şekilde sürdürülen taviz politikalarının doğal bir sonucudur.

Güçlü devletler, kendi geleceğini belirleyen aktörlerdir. Ancak yanlış hesaplarla yürütülen siyaset, en güçlü görünenleri bile zayıf düşürür. Ekonomide bağımsızlık iddia edilirken kritik sektörler yabancı sermayeye açıldı. Ülke ekonomisini rahatlatacak adımlar atılıyor gibi görünse de, aslında uzun vadede geri dönüşü olmayan bir bağımlılığın temelleri atıldı. Bugün ekonomik çıkmazlar, siyasi tavizleri de beraberinde getiriyor.

Derin Operasyonlar, Sessiz Hamleler

Tarihin sayfalarını çevirenler bilir; büyük güçler asla savaş meydanlarında tam anlamıyla galip gelemez. Onların gerçek zaferi, toplumların zihnini ele geçirdikleri an başlar. Bunu Osmanlı’nın son döneminde yaşadık: Siyasetçilerin bir kısmı mandacılığı tek çözüm olarak sundu, sermaye yabancı güçlerin eline geçti, basın yoluyla halk sindirildi. Bugün farklı bir oyun oynanmıyor mu? Sosyal medya operasyonlarıyla, algı yönetimleriyle, medya tekelleşmesiyle halkın neyi konuşması, neyi unutması gerektiği belirlenmiyor mu?

İstihbarat savaşları artık yalnızca ajanlar üzerinden değil; finans kuruluşları, büyük teknoloji şirketleri ve sivil toplum örgütleri adı altındaki yapıların kontrol mekanizmalarıyla yürütülüyor. Eskiden sınırlarımız dışından gelen tehditler belliydi, ama bugün o sınır silikleşti. Düşman, sadece dışarıda değil; içeride, en kritik noktalarda, en stratejik koltuklarda…

Tarih Tekerrür Etmez, Hatalar Tekrarlanır

Geçmişe dönüp baktığımızda, her büyük çöküş döneminde benzer hataların yapıldığını görürüz. Güçlü olduğunu sanan yönetimler, kendi halkını refaha kavuşturmak yerine, siyasi çıkarlarını korumak için taviz üstüne taviz vermiştir. Bir devlet, iç krizleri yönetemez hale geldiğinde, bunun faturası hep millete kesilir. Vergiler artar, hayat pahalılaşır, özgürlükler kısıtlanır ve tüm bunların gerekçesi olarak "dış tehditler" gösterilir.

Oysa bu bir aldatmacadır. Bugün ekonomik sıkıntıların, adaletin zedelenmesinin, toplumsal huzursuzlukların sebebi dış güçlerin oyunları değil; yanlış ekonomi politikaları, liyakatsiz kadrolar ve siyasi çıkarlar uğruna ülkenin geleceğinin pazarlık konusu haline getirilmesidir.

Bir zamanlar "bağımsız ekonomi" vaadiyle çıkılan yolda, bugün sıcak para bulabilmek için ülkenin tüm stratejik varlıkları ipotek altına alınıyor. Millî üretim güçlendirilmek yerine ithalata bağımlı hale gelinmiş durumda. Halk fakirleşirken bazı sermaye grupları daha da zenginleşiyor. Ve tüm bunların faturası, "dış güçler bizi engelliyor" diyerek örtbas edilmeye çalışılıyor.

Verilen Tavizler, Kaybolan Güç

Bir devlet, uzun vadeli stratejilerini günü kurtarmak için yapılan pazarlıklarla heba ederse, bağımsızlığını kendi elleriyle teslim eder. Bugün Türkiye; diplomatik ilişkilerde, ekonomik politikalarında, hatta iç güvenlik konularında bile dış baskılara daha açık hale gelmişse, bu doğrudan yönetimin yanlış tercihlerinin sonucudur.

Zamanında "Biz büyük devletiz!" söylemleriyle güç gösterisi yapıldı. Ancak şimdi, ekonomik sıkışmışlık içinde bazı ülkelerin kapıları aşındırılıyor. Sermaye gelsin diye imtiyazlar veriliyor, finansal destek almak uğruna devletin temel politikaları değiştiriliyor. Dün "Dik duracağız!" denirken, bugün uluslararası pazarlıklarda zayıf konuma düşülmüşse, bunun sorumlusu dış güçler değil, yanlış hesap yapan yöneticilerdir.

Toplum, millî birlik ve beraberlik söylemleriyle oyalandı ama içeride adalet mekanizması zayıflatıldı. Ekonomik kriz büyürken, halkın alım gücü düşerken, çözüm olarak yalnızca sabır telkin edildi. Oysa halkın sabrı, yönetimlerin hatalarını örtmek için bir bahane olamaz.

Komplo Teorisi mi, Stratejik Gerçek mi?

Bugün yaşananları sadece bir komplo teorisi olarak görmek isteyenler olabilir. Ancak tarihte birçok büyük çöküş, "büyük reform" adı altında başlamıştır:

– Ekonomik bağımsızlık adı altında ülke borç sarmalına sokuldu.

– Dış politikada güçlü bir aktör olunduğu iddia edilirken, bugün birçok karar uluslararası finans merkezlerinin baskılarıyla alınıyor.

– Siyasi açılım süreçleri, bir tarafın tamamen zayıflamasıyla sonuçlandı ve devlet, eskiye kıyasla daha kırılgan hale geldi.

Bugün de benzer bir kırılma noktasıyla karşı karşıyayız. Yapılan açılımlar gerçekten halkın faydasına mı, yoksa belli odakların uzun vadeli planlarının bir parçası mı? Bu sorunun cevabı, geçmişe bakarak anlaşılabilir. Çünkü aynı adımlar farklı dönemlerde de atıldı ve sonuç hep aynı oldu: Zayıflatılmış bir devlet, güçlenmiş bir çıkar grubu.

Tarihin en büyük hatalarından biri, tekrarlanan yanlışlardan ders çıkarmamaktır. Bugün yapılan açılımlar, gerçekten toplumsal barışa mı hizmet ediyor, yoksa bir süre sonra devletin egemenliğini tartışmalı hale mi getirecek? İşte bu soruların cevabı, geleceğimizi belirleyecek.

Yanlış Hesaplar, Geri Dönülmez Sonuçlar

Bugün ekonomik krizlerle mücadele eden bir ülkenin, iç güvenliğini ve bütünlüğünü riske atacak açılım süreçlerine girmesi ne kadar mantıklıdır? Eğer gerçekten güçlü bir devlet olacaksak, önce kendi iç dengelerimizi korumalı, ekonomimizi bağımsızlaştırmalı, halkımızın refahını artırmalı ve siyasi istikrarı sağlamalıyız. Ancak bunların hiçbiri tam olarak gerçekleştirilmeden, uluslararası baskılar ve siyasi hesaplarla başlatılan açılım süreçleri, ülkeyi daha büyük bir kaosa sürükleyebilir.

Burada sorulması gereken en kritik soru şudur: Bu açılım gerçekten Türkiye’nin geleceği için mi yapılıyor, yoksa belli çıkar gruplarının stratejik hesaplarının bir sonucu mu? Eğer bugün yapılanlar kısa vadeli siyasi kazanımlar uğruna gerçekleştiriliyorsa, bunun faturası ilerleyen yıllarda çok daha ağır olacaktır.

Kapıyı Açacak Parolayı Bilenler, Gerçeği Görmeli

Bir devlet, kendi geleceğini belirleme gücünü kaybettiğinde, sadece günü kurtarmaya çalışır. Ancak millet, günü kurtaranları değil, geleceği inşa edenleri hatırlar. Bugün, dış güçlerin oyunlarından bahsetmek yerine, içeride yapılan yanlış hesaplarla yüzleşmek zorundayız. Çünkü bu gidişatın sorumlusu dışarıdakiler değil, içeride verilen tavizlerdir.

Kapıyı açacak parolayı bilenler, bu sürecin nelere yol açacağını görebilenlerdir. Çünkü vatanı bilen, yolu da bulur.