Resul hasretiyle düştüm yollara!
İçimde dertlerim gönlümde yara!
Gözyaşımla vardım ben o diyara!
Gittim Medine’yi seyran eyledim.
Bir hikmet kürekçi ağabey vardı. Sayüstü Camiin demirbaşlarındandı. Sakalları gür, vakur bir zattı. Harama helale son derece dikkat ederdi. Sert bir görünüşü vardı. Ciddiyetten taviz vermezdi. Bir gün sordum: hikmet ağam! Hani bir dörtlük var ya: bir zamanlar derdim; ya rabbi neden! Bir daha istiyor! Bir kere giden! Meğer bilemezmiş insan gitmeden! Aldım cevabımı Beytullah’da ben. Ben oralara gidebilirsem gelince bana ne olacak? Ne demek istemiş bu dörtlükte Cengiz Numanoğlu? Hikmet ağabeyin verdiği cevabı bir türlü unutamıyorum: oraya gidenleri görünce uyuzlaşır kalırsın! Demişti bana. Hakikaten öyle. Bir giden görsem oralara; uyuzlaşır kalırım! Dermanım kesilir! Yaşayacak gücüm kalmaz. Ne olaydı bu gidenin ayağında götürdüğü bir toz zerreciğide ben olaydım diye hayıflanır dururum. Artık bir kişinin kırk , elli binlerle gidebildiği bu günlerde elimde gözyaşından gayrı bir sermayem kalmadı. Bundan önceki badısabah yazılarımda resule giden yolda başımdan geçen gaileleri anlatmıştım. Hakikaten başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemişti. Nihayet: 19 Ağustos 2007 akşamı İstanbul Atatürk Hava Limanına vasıl oldum. Şirket Umreye giden Tarık isimli bir yolcusuna rica etmişti ve adam ister istemez uçağa binerken ve inerken bana eşlik ediverecek; Ciddeye inince de Önder diye birine teslim edecekti. Daha yolun başında garip ve paryaydım. Para kesemde 500 riyal kadar bir nakdim vardı. Hava limanında buruk bir heyecanla uçağa binmeyi bekliyordum. Aslında sabahı Mekke olacak bir gecede içim heyecanla dolup taşmalıydı! Ben bu günleri görmek için az mı mücadele etmiştim?  Tarık ağabey: hanımı ve kayın validesiyle gidiyordu umreye. Bana karşı o kadar üstten davranmıştı ki! Bana ister istemez eşlik ettiğini her haliyle belli ediyordu. Artık uçağa doğru ilerlemeye başladık. Demir kanatlı kuş uçurup götürecekti bizi Medine’ye. Uçağa bindik. Tarık ağabey; ailesiyle beraber oturmak istedi. Benim yanıma malik isimli Konyalı bir ağabey oturmuştu. Türk hava yollarının tk94 sefer sayılı İstanbul Cidde uçuşu saatler 21.50 sularında başladı. Hiç unutmam: kaptan pilotun ismi de Hanifi Tantürk’tü. Ben bu yolun delisi, üftadesi olduğumdan pilotun ismini bile unutmamıştım. Uçağın kalkarken sarsılmasından hafif korktuğumu anımsarım. Sonra yorgun düştüm! Uyuyakaldım. İki gündür yollardaydım. Uçakta ikram edilenleri bile hayal meyal yediğimi hatırlarım. Yanımda oturan malik ağabeyle tanıştım. Keşke oralarda da görüşebilsek diye konuştuk. Uçak gece 01 sularında Ciddeye indi. Tarık ağabey tuttu elimden uçaktan indirdi. Bizi önder isimli şirketin rehberliğini yapan zat karşıladı. Ben: abi! Benimle siz ilgileneceksiniz galiba? Doğru.mu? Diye sordum adama? Adam: vallahi kardaş! Ben bir rehberim! Günlük Mekke , Cidde arası  kaç kez gider gelirim Allah bilir? Ben seninle ilgilenemem. Seninle Mekke’de Hasan hocam ilgilenir. Beni önderde teslim almamıştı anlayacağınız. Cidde’yle Mekke arasında müthiş bir sinir savaşına sürükleniyordum. Önder isimli zat Tarık ağabey ve ailesiyle beraber bizi Mekke’ye doğru yola düşürdü arabasıyla. Tam sabah namazı vakti otelimize yerleştirdi. Abdestimizi tazeleyip haremişerife sabah namazına gidecektik. Ben artık içten içe Tarık ağabeye kızmaya başlamıştım. Ne olurdu sanki ailesinin yanında beni de götürüp getirseydi? Bir Allah razı olsun! Desem yetmez miydi? Rehber önder bizi hasan hocaya teslim etti. Hasan hocada: ben seninle ilgilenemem! Ben burda hocayım umrecilere hizmet ediyorum! Deyip benimle ilgilenmeyi reddedince bende artık ipler koptu. Dedim ki: şirketinizin de hizmetinizin de öyleyse geri gönderin beni! Otelde yatmaya gelmedim ben buraya. Bu sinirle; umduğunu bulamamış bir vaziyette yürüyordum Kabe’ye. Sabah ezanı müezzin şeyh Faruk Elhadravi tarafından okunuyor; bizde mescidiharamın mermerlerinde yürüyorduk. Nihayet bir yer bulduk; sabah namazına durduk. İşte verdiğim çetin mücadelenin ardından mescidiharama ayak basmıştım sonunda. Basmıştım amma artık mücadele etmekten son derece yılmıştım artık. Sabah namazı için müezzin Şeyh Faruk kamet getirmeye başlamış; binler mescidiharamda sabah namazı için saf tutmuştu. Hani şair ne güzelde söylemiş ya: bir sancak altında kaç milyon insan! Ne tenleri benzer! ne dilde lisan! Olmuşlar tek yürek! Tek bedende can! İnsanlığı gördüm; Beytullahta ben. Sabah namazını şeyh Abdullah Avvad Elcüheyni kıldırmaya başladı yorgun bir nida ile. Şura suresinin başından başlamıştı okumaya. Namazı eda ettik. Ramazan ayına yakın olduğundan Beytullah çok tenhaydı. Tavaf alanına doğru yürümeye başladığımız sırada Kabe’nin müezzini şeyh Faruk o an anlamlandıramadığım bir şey söyledi. Cenaze namazını ilan ediyormuş meğer. Her vakit cenaze namazlarının kılındığını duyardım Kabe’ye gidip gelenlerden. Tavaf yaptık tenha bir biçimde. Saimizi de yaptık. Otele döndük. Dedim ki: madem benimle ilgilenmeyecektiniz! Öyleyse sizin de şirketinizin de Allah belasını versin! Gönderiverin beni! Dedim. İhramdan çıktım ve sarsıla sarsıla bağıra bağıra ağlamaya başladım. Rehber şirkete telefon etmiş: bu adam size beddua ediyor haremde! Madem ki adamı madur etmişsiniz! Bende adamı gerisingeri gönderivereceğim! Demiş. Ben yorgun ve bitap düşmüş bir şekilde uyuyakaldım otel odasında. Öyleden sonra kapı çalındı. Açtım. Gelen kendini: Tarık ben! Diye tanıttı. Biz ikindi namazı için Kabe’ye gideceğiz! Gelmek ister misin? Dedi. Ben: nasıl gelmek istemem be ağabey! Gelmek isterim elbet! Dedim masum ve mazlum bir sada ile. Tarık ağabeyin kayın validesi tam bir İstanbul hanfendisiydi. Elime bir parça kek verdi. Onu yeyip abdestimi alacak ve Tarık ağabey ve ailesiyle mescidiharama gidecektik. Tam bu sırada şirketin rehberi önder girdi odaya. Biletimi götürecek ve beni yer bulabildiği ilk uçakla gerisingeri gönderiverecek. Bütün mücadelelerim çektiğim çileler yanıma kar kala kala Allah’ın evinden gerisingeri gönderiliverecektim. Tarık ağabey Kabe’ye gidip gelirken elimden tutuverse ne olacaktı sanki. Sen ki; Allah’ın misafiri olarak Kabe’ye kadar varda elinden tutuverecek kimseyi bulama ve gerisingeri memlekete malubiyet ile dön! Hiç olacak işmi bu. İnşeallah; ecel eman verirse 4. Seride kaldığım yerden devam etmek üzere; bir dua edeyim de sizde samimi bir amin deyin olmaz mı? Ey kalplerin sahibi olan yüce rabbim! Bana birde oraları oğlumla; ciğer paremle yaşamayı ve cennetülbakide dünya sürgünümü tamamlamayı nasip eyle! Amiin.