Gökte güneş! Yerde kabrin!
Aydınlatır bu alemi!
Umudum sana kavuşmak!
Kevser de bir gün buluşmak!
Cennet sensiz gül kokar mı?
Güller yerini tutar mı?
Sen kuranın tek şahidi!
Sen Mevla’nın habibisin.
Şu günlerde bu ilahi takıldı gönlüme. Ne bileyim: sanki bu ilahi teselli oldu yüreğime. Sanki; beni anlayan ve kanayan yanlarımı onaran bir arkadaş misali. Kimselere anlatamadığım bir yüreğim var benim. Ah! Beni bir anlatabilsem size? Geçen hafta bir haber yayımlandı Karaman Gündem Medyada. Gurbetçi bir genç kardeşimiz umrede vefat etmiş ve önümüzdeki günlerde cenazesi Yollarbaşı köyünde defnedilecekmiş, Olur mu yani! Dedim bu haberi okuyunca. Sen genç yaşta gurbetellerden git umreye! Dünya sürgününü oralarda tamamla! Seni Mekke ya da Medine bassın bağrına da! Birileri bir gül gibi koparıp gönderiversin köyüne? Aslında eğilip mübarek cenazene bir kulak verselerdi; duyarlardı feryadını? Bırakın beni! Ben genç yaşta bu devlete erdim! Ben resule komşu olmak istiyorum! Mahşerde onunla beraber uyanmak istiyorum! Bırakın beni! Dokunmayın bana! Deyişini. Söyleyin Allah aşkına; yürek dayanır mı bu feryada? Geçtiğimiz Perşembe günü Karaman Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinin Halis Aydemir Hocayı Karaman’a konferans için davet ettiğini duyunca yüreğim pır pır ediverdi. Ne yapıp etmeli; o konferansa gitmeliydim. Öyle ya! Ben hadislerin lezzetine Halis hocayla ermiştim! Biliyordum; bende Halis hocaya bir ulaşırsam tıpkı efendimizin ümmümektumu , Hazreti Ömerin selmanıfarisiyi bağrına bastığı gibi Halis hocamda beni bağrına basacaktı? Yahu! Beni bağrına basmayıpta kimi basacaktı da? Parmaklara kuvvet yazdım Facebooktan; ne olur! Dedim; birileri sesimi üniversite yetkililerine bir duyuruversin de; onlarda beni Halis hocama bir kavuşturuversinler diye. Sağ olsun; vefanın ve tevazunun ta kendisi: Trabzon İl Müftü Yardımcısı Sayın Şakir Şahin hocam kilometreler ötesinden derdim ile dertlenivermişlerde; sesimi Karaman Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekan Yardımcısı Sayın Murat hocama haykırışımı iletmişler.
Sayın Murat hocamda beni bizzat aldırdılar ve program sonrası Halis Aydemir hocayla tanıştırdılar. Anca hocaya alelacele kendilerinin okudukları ibnihibban hadislerinin kayıtlarını isteyebildim! Oda beni menajeri ya da yardımcısına havale etti! Yardımcısı da o hengamda benim bilgileri filan alamadı ve dolayısı ile ibnihibban hadislerinin kayıtlarını almak mahşere kaldı. Ben biraz fazlaca romantiğim! Bu sebeple çabucak sulara iniveriyor yelkenlerim. Badısabah serisinin bu bölümünde de kaldığım yerden 2007 yılında daha on yedi yaşındayken üstelikte görme engelli halime bile bakmadan Medine yollarında verdiğim amansız mücadeleyi anlatmaya devam edeceğim biiznillahiteala. 20 Ağustos 2007: vakit seher. Adım adım Kabe’ye çıkan yolun sonuna yaklaşmıştım. Yaklaşmıştım amma; yaşım henüz 17 idi. Görme engelliydim ve yanımda bir refakatçimde yoktu. Tabi olduğum umre şirketi refakat edecek birinin olacağı sözüyle beni oralara kadar götürmüş amma buna rağmen henüz bir refakatçide ayarlamamıştı. Aslında beraber gittiğimiz Tarık bey ailesi ile bana refakat etmeye oldukça müsait olmasına rağmen benimle ilgilenmeye yanaşmıyordu. Sabah ezanını müezzin şeyh Faruk Elhadravi okuyor bizde Kabe’nin avlusunda adım adım ilerliyorduk. Sabah namazını Medine doğumlu İmam Şeyh Abdullah Avvad Elcüheyni kıldırdı. Şura suresinden iki buçuk saife kadar okumuştu yorgun bir sadayla. Sabah namazının ardından metaf alanına doğru yürüdük. Müezzin şeyh Faruk o an anlayamadığım bir anons yaptı. Sordum umre yaptıran adama nedir bu diye. Cenaze namazı ilanıymış meğer. Kabe’de ilk namazımızdı. Gözlerim görmese de Kabe’nin güzelliği yüreğimi ferahlatıyordu. Ferahlatıyordu amma içimdeki burukluk gidipte bir türlü teslim olamıyordum. Yahu dağlar taşlar çöller aşıp oralara kadar ulaştım amma; kim ilgilenecekti benimle? Ne olurdu Tarık bey ailesiyle beraber beni de götürüp getirseydi Kabe’ye. Otel oldukça yakındı zaten Kabe’ye. Umremizi yaptık ve döndük otele. Otelimizin adı; Sarayaemandı. Dedim şirketin rehberine: mademki benimle ilgilenecek birisi yok! Öyleyse ilk uçakla gönderin beni Türkiye’ye! Ben otelde yatmaya gelmedim buraya! Dedim ki: sizinde.. şirketinizinde.. İhramdan çıktım ve sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Bitkin düştüm sonra. Uyuyakaldım. O uykulu halimde Mustafa Acarözmen öğretmenimin aradığını hatırlarım. Öyleden sonra kapım çalındı. Gelen kişi Tarık beydi. Hiç unutmam: Tarık ben! Diyerek kendini tanıtmış ve: biz Kabe’ye gidiyoruz! Sende gelmek ister misin? Demişti. Nasıl gitmem diyebilirdim ki. Tam toparlanıp Kabe’ye gitmek üzere hazırlanırken şirketin önder isimli rehberi biletimi ve pasaportumu benden almaya gelmişti. Bulabildiği ilk uçakla gönderiverecekti beni. Otelden ayrılıp Kabe’ye doğru yola koyulduk. Tarık bey eşi ve kayınvalidesi. Kabe’nin karşısına oturttu beni. İçimden: yahu! Dedim; nolaydı şu Tarık bey beni himaye etseydi de böyle dönüp gitmeseydim gönlüm yıkık! Diye sadece içimden geçirdim. Nasıl olduğunu anlayamadım! Birden o bana üstten davranan Tarık bey saniyeler içinde öyle bir Tarık ağabey olmuştu ki! Adeta Kabe’nin mucizesini yaşıyordum. Birden bire: ara şu rehberi de senin biletin üzerinden işlem yapmasın! Seninle ben ilgileneceğim! Demez mi? Hemen şirketin rehberini aradım! Bu fırsatı hiç kaçırır mıydım? Verdim telefonu Tarık abiye. Dedi ki: sakın bilet üstünde bir işlem yapmayın! Ben bu kardeş ile ilgileneceğim ve onun yemeğini de ben karşılayacağım! Deyivermişti. Bütün bu hadiseler Kabe’nin karşısında cereyan ediyordu. Birden bire Tarık abi mucizevi bir biçimde yumuşamıştı. O an bütün çektiğim çileleri unuttum. Artık zaman Kabe’nin atmosferine kapılmak zamanıydı. İkindi namazından akşam namazına kadar Kabe’yi dinlemeye başladım. Farklı lisanda insanlar! Gözyaşları ve zemzem suyu. Bütün güzelliklerden ayrı ayrı lezzet alıyordum. Her şeyim ayrı bir garip, ayrı bir masumdu. Boynumda Yusuf Özakın hocamın hediye ettiği bir umre çantası; para kesemde de az bir param vardı. Açlık hissetsem; bir bardak zemzem ile kanıyor, doyuyordum. O gün akşam ezanını müezzin şeyh Salih Bin Naif fayda okudu. Aklınıza şöyle bir soru gelebilir: hemşerim! Sen gözüm görmüyor diyorsun da oranın imamının müezzininin adını nerden biliyon? Üstelik taa 2007 yılından bahsediyon bize? Diyenler olabilir. Bu soruyu soranlara bende derim ki: ben oraya gönlümü verdim! İnsan mecnunu olduğu leylasının her şeyini bilmez mi? Bilmezse onun adına aşk denir mi? Akşam namazında yemen asıllı; Kabe’yi sevdiren imam! İmam: mahir mueakly kıldırdı! Ahzap suresinden: Allah ve melekleri peygambere salat ederler! Ey! İman edenler! Sizde peygambere salatuselam edin mealindeki ayetleri okudu. Ruhumun derinlerine tesir eden bir akşam namazıydı. O akşam huzurlu bir uykuya daldım. Bütün kırgınlıklar , yorgunluklar silinip gitmişti yüreğimde. Artık Mekke havasıyla beslenen bir duyufurrahmandım ben. Kabeyimuazzamada geçirdiğim diğer günleri ve vuslatın merkezi Medineyi’de inşeallahurrahman bir sonraki badısabah serisinde anlatmaya devam edeyim. Yazımın sonunda bir dua edeyim de sizde bir Amin! Deyiverin olmaz mı: ey! Alemlerin rabbi! Ey! İmkanların tek sahibi olan Allahı’m! Beni ciğer paremle, beni oğlumla çağır Kabe’ne ve dünya sürgünümü de Medine’de; cennetülbakide tamamlamamı bana nasibimüyesser eyle! Amin.