Marş, Fransızcadan Türkçeye geçmiş bir kelimedir. Sözlük anlamı “yürüyüş”tür. Kelimenin kaynak dildeki kök anlamı ise “iz bırakmak”tır. Genellikle “dinî, askerî amaçlı yürüyüşlerde insanların birbirine uyum sağlaması için hazırlanmış şarkılar”ı ifade etmek için kullanılmıştır.

Dilimizdeki hikâyesi Sultan Abdülmecit’e kadar uzanan kelime, Türkçede kullanıma bağlı olarak yeni anlamlar kazanmıştır. Bir müzik ve edebiyat terimi olarak kelimenin “marş olarak bestelenmek üzere yazılan şiir; askerî yürüyüşlerde çalınıp söylenmek üzere yürüyüş temposuna uygun olarak bestelenmiş müzik parçası; milleti veya millet içinde bir topluluğu temsil etmek yahut önemli bir olayı unutturmamak amacıyla bestelenen ve daha çok millî, hamasi duygulara hitap eden müzik parçası” gibi karşılıkları ortaya çıkmıştır. Bugün ülkemizde “marş” denince akla ilk gelen, İstiklal Marşı’dır. Bununla birlikte mehter marşları, 10. Yıl Marşı ve bazı kurumlara ait marşlar da hatırlananlar arasındadır.

Marşlar, güfte ve bestenin imtizacıyla meydana gelen metinlerdir. Önceden var olan bazı halk şarkıları yahut türküleri, popüler manzumeler, övgü şiirleri marş olarak kullanılabileceği gibi sonradan yazılmış manzum metinler de marş olarak değerlendirilmektedir. Yine ihtiyaca binaen veya muhtelif vesilelerle bir şairden yahut bestekârdan marş kaleme alması istenebilir. Hangi yolla vücut bulursa bulsun, marşlar bir milleti temsil etmek, o millet için özel anlam ve önem taşıyan günleri veya hadiseleri canlı tutmak amacıyla yazılıp bestelenir. Bu sebeple marşlar müzik, dil ve edebiyattan başka tarih, felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi alanlarla yakından ilgilidir.

Marşlar bir görevi, amacı olan metinlerdir. Öncelikli hedefi geniş halk kitleleridir. Dolayısıyla güftesi anlamlı olmalı, bestesi dinleyenlerde müşterek bir duygu meydana getirmelidir. Böyle metinlerden beklenen, muhteva ve ezgi yönüyle hitap ettiği kesimi etkilemesidir. Kuşkusuz, böyle bir metnin tesirinde kalan kişi kendini marşın havasına kaptıracak ve hemen ona iştirak edecektir. Hangi gayeye yönelik olursa olsun, marş olarak takdim edilen bir şiirin devlet ile milleti bütünleştirecek, tarihle gelecek arasında köprü kuracak şekilde yazılması ve toplum için bir gelecek vizyonu ortaya koyması esastır.

Marşlar devlet, millet, tarih ve coğrafyayı buluşturan yahut bu unsurları çağrıştıran, millî ve manevi değerleri diri tutan sembollerdir. Bu metinler halk ile devleti birleştiren, yönetimle yönetilen arasındaki bağı pekiştiren göstergelerdir. Metin olarak göze, ezgi yönüyle ise kulağa hitap eder. Unutulmamalıdır ki göz ruhun aynası, kulak ise ruhun kapısıdır. İnsan ruhuna ferahlık vermesi, onu heyecanlandırması arzu edilen bir metin göze de kulağa da hoş gelmelidir.

Ülke olarak 30 Ağustos Çarşamba günü yeni bir marşla tanıştık: 100. Yıl Marşı. O gün hayli kalabalık bir koronun kalabalık bir heyet önünde seslendirdiği besteden ilk kez haberdar olduk. Daha sonra internet ortamında defalarca dinledik. Metnini de gazetelerden okuduk. Doğrusunu söylemek gerekirse böylesine önemli bir dönemin başlangıcı için hazırlanan marşın sözleri de onu notalara döken bestesi de bizi tatmin etmedi. Şiir havası, marş görüntüsü verilen bu eserin dinleyenleri coşku ve heyecana gark etmesi, duygu seline boğması çok zor. Estetik değeri zayıf olan metinde kimi mısralar kulağı rahatsız edecek seslerden örülmüş. Bunları seslendirmek de okumak da güç. İfadeler çok basit ve sığ. D. Mehmet Doğan’ın 06.09.2023 tarihinde köşesinde marşla ilgili yaptığı şu tespit çok önemli:*

“100. Yıl Marşını seçtiler, önümüze koydular. Bizim onu beğenmemiz bekleniyor. Eğer bu satırları şiir diye beğenirsek, büyük Türk şiirini inkâr etmiş oluruz. Eğer bunu yazan şairse, Yunus Emre’den başlayarak büyük şairlerimize şair diyemeyiz.”

12 Mart 1921 tarihinde millî marş olarak kabul edilen İstiklal Marşı’ndan 100. Yıl Marşı’na gelinen nokta, ne yazık ki, çok düşündürücü.

Üzerine yazılacak, söylenecek çok şey var!

* https://www.tyb.org.tr/d-mehmet-dogan-10-yil-marsinin-90-yilinda-100-yil-marsi-62377h.htm