Bugün 27 Aralık. Milletimize İstiklal Marşı, Safahat gibi iki güzide ve büyük eseri armağan eden Mehmet Akif Ersoy’un vefatının 86. yıldönümü. Ruhu şad olsun.
Mehmet Akif sadece şair değildir. Çok okuyan, ince düşünen, hadiseleri iyi tahlil eden, memleketin ve İslam âleminin karşılaştığı meseleler hakkında makul ve gerçekçi teklifler getiren, ileri görüşlü bir düşünce adamıdır. Gerek İstiklal Marşı gerekse Safahat, onun şair hüviyetinin yanında mütefekkir şahsiyetini, hissiyatıyla birlikte fikriyatını yakından tanıma imkânı sunan örneklerdir. Esasen onun yalnızca eserleri değil hayatı da örnek mahiyetinde kesitlerle doludur. Mesela ilk tahsilini babası Tahir Efendi’den alan Akif’in “Ne biliyorsam kendisinden öğrendim.” şeklindeki sözü, eğitim-aile ilişkisini örneklendirmesi bakımından önemlidir.
Akif’in İstiklal Marşı ve Safahat dışında muhtelif dergilerde yayımlanmış yahut yayımlanmamış şiirleri, tefsirleri, çevirileri, makaleleri, mektupları vardır. Kur’an’dan Ayetler ve Nesirler, Kavâid-i Edebiyye başlıklı mensur eserler de onundur. Son günlerde ortaya konan yeni çalışmalarla daha önce bilinmeyen bazı şiirleri de gün yüzüne çıkarılmıştır. Bunlarla birlikte Mehmet Akif Ersoy denince ilk akla gelenler, daima İstiklal Marşı ve Safahat olmuştur.
Safahat, Mehmet Akif’in hem Sırat-ı Müstakim dergisinde neşrettiği şiirlerden oluşan küçük hacimli ilk kitabının hem de şiirlerinin tamamını içine alan; Safahat (1911), Süleymaniye Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fatih Kürsüsünde (1914), Hatıralar (1917), Asım (1919), Gölgeler (1933) isimli yedi kitabın bir araya getirildiği tek ciltlik eserinin adıdır. Akif’in kitabına koyduğu bu isim, manzumelerde ele aldığı dünyaya uygun olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yaşadığı buhranlara, savaşlara, başka bir deyişle safhalara da işaret eder.
Akif, Safahat’ta birçok kişinin adını zikreder. Yapılan bir çalışmaya göre, bu metinlerde 136 farklı kişinin ismi 375 kez geçer. Peygamber, halife, sahabe gibi din uluları; kral, padişah, bey gibi yerli ve yabancı devlet adamları; mutasavvıf, mütefekkir, sanatkâr şahsiyetler; aile ve yakın çevresine ait kişilerin isimleridir bunlar. Şairin en çok andığı kimse, Hz. Ömer’dir. İslam’ı kabul eden 40. kişi olan Hz. Ömer, Faruk ve İbn-i Hattâb gibi şekilleriyle Safahat’ta 51 yerde görülür. Bu adın en çok yâd edildiği manzume, Birinci Kitap’taki “Kocakarı ile Ömer” başlıklı metindir. En çok anılan ikinci ad ise Asım’dır.
“Ömer” kelimesi, tür adı ve özel ad olarak şair için büyük anlamlar ifade eder. Bu görklü isim, o çağda yaşanan sosyal, idari ve ahlaki olumsuzlukların aşılmasında şairin zihninde oluşan çözüm yollarını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İslam dünyasında ve idareciler arasında çalışkanlığı, cesareti ve adaletiyle öne çıkan “Ömer” adı; millî şairin mısralarında bir çözüm, umut dolu bir bekleyiş, âdeta bir sığınak ve rol model hâline gelmiştir. Sözlük anlamı “yaşamak, hayat” olan bu isim; devletin ve milletin en buhranlı günlerinde Akif’teki devlet ve millet olarak varlığını sürdürme fikrinin en somut şekli durumundadır.
Akif, cesur ve çalışkan biridir. Adalet duygusu çok kuvvetlidir. Dürüstlük temel şiarıdır. Hakikati söylemekten asla çekinmez. “Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek” dizesi bu özelliğini açıkça ortaya koyar.
“Kocakarı ile Ömer” manzumesinden alınan şu mısralar hepimiz için, özellikle idareciler ve idareye talip olanlar için kulaklara küpe olacak türdendir:
…
Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer'den onu!
Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes'ûl!
Yetimi, girye-i hüsran alır, Ömer mes'û!
Bir aşiyan-ı sefalet bakılmayıp göçse:
Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!
…
Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed' den...
Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?
…
--------------------------
adl-i ilahi: ilahi adalet
bî-kes: kimsesiz
girye-i hüsran: hüsran gözyaşı
bâr: yük