Türkçenin İlk Sözlüğü: Dîvânu Lugâti’t-Türk
Alman düşünür Martin Heidegger’in Türkçeye “Dil varlığın evidir.” şeklinde tercüme edilen meşhur bir sözü vardır. Bu cümle, asırlar önce Hacı Bektaş-ı Veli’nin söylediği “Eline, beline, diline sahip ol!” şeklindeki sözü hatırlatır bize. Hz. Pir’in bu vecizesi, yalnızca günlük hayatın nizamını tesis ve muhafazaya yönelik ahlaki öğütlerden ibaret değildir elbette. Sözdeki “el, bel, dil” kelimeleri, “il (memleket, ülke), nesil ve lisan” bağlamında ele alındığında bu öğüdün Heidegger’in ifadesiyle aynı kapıya çıktığı anlaşılır.
Yaşı MÖ 3500 yıllarına kadar uzanan Türkçe bugüne kadar milyonlarca kişinin evi olmuştur. Konuşulup yazıldıkça bu ev sahipliği de devam edecektir. Bu durum; şair, ozan, yazar, fikir ve ilim adamları için çok daha farklıdır. Onlar duygu ve düşünceleriyle hem bu evin içinde yaşarlar hem de onun sınırlarında nöbet tutarlar.
Kadim medeniyetimizde evine sahip çıkan, dahası onu muhafaza eden, geliştiren ve geleceğe taşıyan kişiler arasında sözlük yazarları için ayrı bir yer açılmalıdır. Kâşgarlı Mahmut ile ilk örneğini veren sözlük tarihimiz, bu alanda birçok dile nasip olmayan büyük bir birikim ortaya koymuştur. Farklı tür, hacim ve şekillerde hazırlanan yüzlerce eser, zamanla Türkçede köklü bir sözlük geleneğinin oluşmasını sağlamıştır. İçlerinde Abuşka Lügati, Senglah gibi hazırlayıcısı bugün için hâlâ meçhul olanlar da vardır; Osmanlı, Kıpçak ve Çağatay sahasındaki müelliflerce tertip edilenler de. Bu birikim içinde genel sözlükler; dilin kelime hazinesini, deyişlerini bir araya getirip yarınlara ulaştırması bakımından ayrıca önemlidir.
Sözlük geleneğimizin banisi ve mimarı olan Kâşgarlı Mahmut, Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı eserine 1 Cemaziyelevvel 464 (25 Ocak 1072) tarihinde başlar. Müellif, birkaç kez gözden geçirip bazı ilaveler yaptıktan sonra 9000 civarında kelimeyi bir araya getirdiği sözlüğünü 12 Cemaziyelahir 466’da (12 Şubat 1074) tamamlar. Ardından 470 (1077) senesinde Bağdat’ta Halife Muktedî Bi-Emrillah’ın oğlu Ebu’l-Kâsım Abdullah’a takdim eder. Bilim çevrelerinde eserin yazılış ve tamamlanış tarihleri hakkında farklı görüşler bulunsa da yaygın olan düşünce budur.
İçinde bulunduğumuz sene, bünyesinde Türk dili, edebiyatı ve kültürü açısından önemli pek çok malzemeyi cemeden Dîvânu Lugâti't-Türk’ün yazılışının 950. sene-yi devriyesidir. UNESCO tarafından da kutlama yıl dönümleri arasına dâhil edilmiştir. Asırlar önce böyle soğuk bir kış gününde kalemini elini alan Kâşgarlı, yaklaşık 2 yıl emek verdiği şaheserini yine böyle bir zamanda tekemmül ettirip insanların istifadesine sunmuştu. Eserini kaleme alırken kullanacağı dil malzemesini bizzat sahayı dolaşarak elde etmişti. O devrin Türk illerini tek tek gezen müellif, yalnızca teorik değil haritayla destekleyip misallerle tanıkladığı uygulamalı bir çalışmaya imza atmıştı. Bilim ve kültür tarihimizde “ilklerin eseri” olarak bilinen Dîvân, milletçe iftihar edeceğimiz bir kaynaktır. Daha doğrusu, üzerinde herkesin ittifak edeceği nitelemeyle bir hazinedir ve bir sözlükten çok daha fazlasıdır.
XIV. yüzyıldan itibaren varlığı bilinen Dîvân, uzunca bir süre saklı kalmıştır. Gün yüzüne çıkması II. Meşrutiyet’in ilanını izleyen günlerde gerçekleşir. Bu hayırlı işte kitap dostu Ali Emiri Efendi’nin büyük hizmeti vardır. Hâlen ikinci bir kopyası bulunmayan sözlük, ilk kez Kilisli Rıfat Bilge tarafından okunmuştur. Bugün Fatih Millet Kütüphanesinde bulunan tek nüsha, müellif hattı değildir. Bunu, Kâşgarlı’nın yazdığı esas nüshadan 26 Şevval 664 tarihinde (1 Temmuz 1266) Muhammed b. Ebû Bekir b. Ebü’l-Feth es-Sâvî isimli kişi istinsah etmiştir.
UNESCO’nun 7-22 Kasım 2023 tarihlerinde gerçekleştirdiği oturumlarda alınan karar; kültür ve medeniyetimizin zenginliğini, sözlük geleneğimizin parlak ve köklü maziye sahip olduğunu hatırlatması bakımından önemlidir. Tohumları Türkistan illerinde atılan bu gelenek, takip eden senelerde Türk dünyasının hemen her köşesinde vücuda getirilen telif yahut tercüme niteliğindeki eserlerle devasa bir külliyata dönüşmüştür. Mukaddimetü’l-Edeb, Kitâbu’l-İdrâk li-Lisâni’l-Etrâk, kısa adı İbnü Mühennâ Lügati olan Kitâbu Hilyetü’l-İnsân ve Halbetü’l-Lisân başta olmak üzere bu vadide mensur eserler çoktur. Çok sayıda manzum sözlük de telif edilmiştir. Vücut bulan onlarca sözlük, anılan eserlerin sadece ihtiyaç hâlinde başvurulan bir kaynak olmadığını, okunmak hatta hıfzedilmek için de tertip edildiğini gösterir.
Yakın tarihimizde Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami, Muallim Naci gibi fikir ve kalem erbabının emek verdiği bu alan, günümüzde muhtelif kurumlar ve kişiler eliyle ürün vermeyi sürdürüyor. Türk Dil Kurumunun 1945 yılından beri farklı türlerde örnekler sunduğu sözlük dünyamıza ömürlerini bu işe adayan İlhan Ayverdi, D. Mehmet Doğan, Yaşar Çağbayır, Ali Püsküllüoğlu gibi isimlerin büyük katkısı olmuştur. Bu hizmet halkasında genel sözlük yazarlarının yanı sıra etimolojik, tarihî vd. sözlük hazırlayıcılarının da emeği çoktur. Ancak bütün bu gelişmeler, sözlük bahsinde yapılması gereken çok işin olduğu gerçeğini de göz ardı etmez.
Dîvânu Lugâti't-Türk Yılı, hem sözlük hafızamızın tazelendiği hem sözlüklerimizin ilmî temeller ve tarihî hakikatler ışığında yeniden gözden geçirildiği hem de milletçe sözlük kullanma alışkanlığımızın güçlendiği bir yıl olmalıdır. Düzenli okuma meşgalesiyle birlikte ilerlemesi gereken bu alışkanlığın hâlihazırda karşılaştığımız pek çok derde ve iletişim sorunlarına çare olacağına kuşku yoktur.
Yazının son cümlesi Konfüçyüs’ten olsun: “İmparator olsam ilk işim bir lügat yazdırmak olurdu. Herkes ne dediğini bilsin diye.”